Vurursunuz eyvallah, ölmezsek sıkıntı büyük!

Ölmedik çok şükür, ama “şehadet” arzulayan bir neslin dirilişine şahit olmak da güzeldi. Hepimiz şehitlerin bir yandan geride kalan yetimleri, akrabaları için üzüldük; bir yandan da eriştikleri “mertebe” adına sevindik. O mertebeye erişemediğimiz için de hayıflandık!

 

Zaten “Şehadet bir çağrıdır, nesillere çağlara” ilahileri hep bir yanımızda durdu. Bunun yanında “Şeriatçı, gerici, yobaz” yaftası da hep bir aç sırtlan gibi ensemize boza olarak yapıştırıldı. Gördük ki bu bozayı pişirenlermiş aslında gericinin de çağ dışılığın da ağababası!

 

Esasında Suriye’yi yazacağım ama konuya giremedik değil mi? Söz konusu şehitler olunca insan uçsuz ve serin bir vadiye girmiş gibi oluyor. Furkan Doğan geçiyor yanımızdan, Esma Bilteci selam veriyor; Alpaslan’ın, Selahaddin’in, Halid Bin Velid’in ordularının ayak sesleri çalınıyor kulaklarımıza!..

 

“SURİYE DİYE BİR YER YOK; ŞAM VAR, HALEP VAR”

Suriye’ye nihayet girdik. Suriye neresi? Tarihî bir zihin yolculuğu yapınca Suriye diye bir yer olmadığını görüyoruz. Suriye yok! Şam var, Halep var, İslam toprakları var. Suriye yok, Suriye zulüm; Irak yok, Irak zulüm! Ama Bağdat ışıl ışıl bir tarih, Şam kervanları mazlumların umudu!

 

Biz Suriye’ye değil, tarihi topraklarımıza girdik. 

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYIN!