ISMAHAN ÇERİBAŞI
Köşe Yazarı
ISMAHAN ÇERİBAŞI
 

TOPRAĞA ÖZLEM (Arşa çıksan da âkıbet yer)

Sürgüne gönderdiğim yasak sevdaların esiri olmaktan çıkıyor aklım, heybetli, yağmurlu günlerin içine uzanan ellerimi izliyorum, çağlayan ırmakları. Aldırmıyorum olan biteni… Üşüyorum bu aralar, evi taşıdım hayallerini asamadım henüz duvarlara…  Kül olmuş bulutların arasında kara bulutları çağırıyor zaman, ‘Neredesin?’ Demiyorum, biliyorum evin avlusunda volta attığını… Sabaha “merhaba” diyen sarı ve mor çiçeklerin içinden gülümsüyorsun, hissediyorum. Saat altı buçukta başlayan mesai gece on bir buçuk on ikiye kadar devam ediyor, yorulmak bilmiyorum… Sen varsın ya dağları devirecek gücü buluyorum kendimde, biraz daha dirayetli, biraz daha güçlüyüm sanki… Lakin içimde hep bir özlem, burnumun direğini sızlatan o toprak kokusu… Kaldırıp atamıyorum, gözlerini alamıyorum gözlerimin üzerinden. Kâğıdım, kalemim isminin baş harfini karalayıp duruyor. Yalnız değilim biliyorum, varlığını kilometrelerce öteden hissediyorum. Baba ocağı dedikleri o yanan ocaktan da ağır olan ateşin içinde kavrulsam da aman etmiyorum… Sen yak, istiyorum sen yak! “Lacivertin rengi kaçmış” diyorsun lacivert giyiyorum üzerime, sana denk olsun istiyorum hayatım yeterince geç kaldım diye hayıflanıyorum… Müebbetliğimin 25 yılla sabitlendiği şu zamanlarda biten aşkları yazmaya cesaret edemiyorum. Dört duvar arasındayım, toprağa olan özlemimi anlatmak için bir şey yeterli gelmiyor. İçimde acılı bir at kişnemesi, gözleri dalgalı, yelesi uçurtma edasında toprak üstünde cirit atıyor bir düşse aslında, bir düşse toprağa o hasret bitecek sanki… Özlemekten yorulmadım, özlemin tadını vara vara yollara ve atlara olan düşkünlüğümü dile getiriyor yatacak iki metrelik bir yer arıyorum, “elbet” diyorum “elbet düşecek bu beden bir toprağa” ama yine de uzakları yakın etmek istiyorum, istemek yeterli gelmiyor.  İnsanlar değişiyor en yakının el, en uzağın en yakının hale geliyordu. Yaşam öğretiyordu cemre düşmemiş yüreklere dayanması gerektiğini ve susuyordu insan toprağa yakınlarını kaybettikçe. Bunun gibi bin tane sebeplere sarılıyorum sonra âşık veysel çıkıp geliyor eşlik etmek için düşüncelerimi; “Dost dost diye nicelerine sarıldım Benim sadık yârim kara topraktır Beyhude dolandım boşa yoruldum Benim sadık yârim kara topraktır …Dileğin var ise Allah'tan Almak için uzak gitme topraktan Cömertlik toprağa verilmiş Hak'tan Benim sadık yârim kara topraktır” Yokluk diğer adıyla sıla dedikleri o şey yüreklere ağır gelmeye başladığından beri böyleydi bu işler. Bu yaşamın en ağır yükü de vicdanlara ekilen öfke, kin tohumlarıydı… Cemre düşmemiş yürekler zamanla öğretiyordu. Hak, hakkı biliyorsan sabunu bırak hikâyesini duymuştum ama artık hakkı bilip de hak yiyenlerle dolup taştıkça bakılacak bir yüz de bulamıyor insan. Yalnız vazgeçilmez bir cevher, haksız mıyım? Adamın biri ama hakikatli adamın biri! Demişti ki “insan öbür tarafa sevdiklerini uğurlamaya başladığında anlıyor ki orası güzel ve insan sevdiklerini özledikçe oraya gitmeye can atıyor.” Haklıydı, hakkı dilim değil gözlerimden akan yaş vermişti. Eee ne diyordu şair “ölüm güzel şey budur perde ardından haber, ölüm güzel olmasaydı ölür müydü peygamber”… Ve o adamdan öğrendiğim bir sözü de sizinle paylaşayım ki , bağınızı toprakla koparmayın ; “Kısmetindir gezdiren yer yer seni Arşa çıksan âkıbet yer, yer seni.  Onun için onun adı yer oldu. Önce besler sonra kendi yer seni. İbn-i Kemal Paşa (Rahimehullâh)
Ekleme Tarihi: 13 Ağustos 2022 - Cumartesi

TOPRAĞA ÖZLEM (Arşa çıksan da âkıbet yer)

Sürgüne gönderdiğim yasak sevdaların esiri olmaktan çıkıyor aklım, heybetli, yağmurlu günlerin içine uzanan ellerimi izliyorum, çağlayan ırmakları. Aldırmıyorum olan biteni… Üşüyorum bu aralar, evi taşıdım hayallerini asamadım henüz duvarlara… 

Kül olmuş bulutların arasında kara bulutları çağırıyor zaman, ‘Neredesin?’ Demiyorum, biliyorum evin avlusunda volta attığını… Sabaha “merhaba” diyen sarı ve mor çiçeklerin içinden gülümsüyorsun, hissediyorum. Saat altı buçukta başlayan mesai gece on bir buçuk on ikiye kadar devam ediyor, yorulmak bilmiyorum… Sen varsın ya dağları devirecek gücü buluyorum kendimde, biraz daha dirayetli, biraz daha güçlüyüm sanki…

Lakin içimde hep bir özlem, burnumun direğini sızlatan o toprak kokusu…

Kaldırıp atamıyorum, gözlerini alamıyorum gözlerimin üzerinden. Kâğıdım, kalemim isminin baş harfini karalayıp duruyor. Yalnız değilim biliyorum, varlığını kilometrelerce öteden hissediyorum. Baba ocağı dedikleri o yanan ocaktan da ağır olan ateşin içinde kavrulsam da aman etmiyorum… Sen yak, istiyorum sen yak! “Lacivertin rengi kaçmış” diyorsun lacivert giyiyorum üzerime, sana denk olsun istiyorum hayatım yeterince geç kaldım diye hayıflanıyorum… Müebbetliğimin 25 yılla sabitlendiği şu zamanlarda biten aşkları yazmaya cesaret edemiyorum. Dört duvar arasındayım, toprağa olan özlemimi anlatmak için bir şey yeterli gelmiyor. İçimde acılı bir at kişnemesi, gözleri dalgalı, yelesi uçurtma edasında toprak üstünde cirit atıyor bir düşse aslında, bir düşse toprağa o hasret bitecek sanki…

Özlemekten yorulmadım, özlemin tadını vara vara yollara ve atlara olan düşkünlüğümü dile getiriyor yatacak iki metrelik bir yer arıyorum, “elbet” diyorum “elbet düşecek bu beden bir toprağa” ama yine de uzakları yakın etmek istiyorum, istemek yeterli gelmiyor. 

İnsanlar değişiyor en yakının el, en uzağın en yakının hale geliyordu. Yaşam öğretiyordu cemre düşmemiş yüreklere dayanması gerektiğini ve susuyordu insan toprağa yakınlarını kaybettikçe. Bunun gibi bin tane sebeplere sarılıyorum sonra âşık veysel çıkıp geliyor eşlik etmek için düşüncelerimi;

“Dost dost diye nicelerine sarıldım

Benim sadık yârim kara topraktır

Beyhude dolandım boşa yoruldum

Benim sadık yârim kara topraktır

…Dileğin var ise Allah'tan

Almak için uzak gitme topraktan

Cömertlik toprağa verilmiş Hak'tan

Benim sadık yârim kara topraktır”

Yokluk diğer adıyla sıla dedikleri o şey yüreklere ağır gelmeye başladığından beri böyleydi bu işler. Bu yaşamın en ağır yükü de vicdanlara ekilen öfke, kin tohumlarıydı… Cemre düşmemiş yürekler zamanla öğretiyordu. Hak, hakkı biliyorsan sabunu bırak hikâyesini duymuştum ama artık hakkı bilip de hak yiyenlerle dolup taştıkça bakılacak bir yüz de bulamıyor insan. Yalnız vazgeçilmez bir cevher, haksız mıyım? Adamın biri ama hakikatli adamın biri! Demişti ki “insan öbür tarafa sevdiklerini uğurlamaya başladığında anlıyor ki orası güzel ve insan sevdiklerini özledikçe oraya gitmeye can atıyor.” Haklıydı, hakkı dilim değil gözlerimden akan yaş vermişti. Eee ne diyordu şair “ölüm güzel şey budur perde ardından haber, ölüm güzel olmasaydı ölür müydü peygamber”… Ve o adamdan öğrendiğim bir sözü de sizinle paylaşayım ki , bağınızı toprakla koparmayın ;

“Kısmetindir gezdiren yer yer seni Arşa çıksan âkıbet yer, yer seni. 

Onun için onun adı yer oldu. Önce besler sonra kendi yer seni.

İbn-i Kemal Paşa (Rahimehullâh)

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve denizli20haber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.