ISMAHAN ÇERİBAŞI
Köşe Yazarı
ISMAHAN ÇERİBAŞI
 

ALLAH’A ISMARLADIK (eksik kalan ne varsa)

Bir gün daha Marmara denizin üzerinde batarken, içimde gidemediğim şehrin vedası usulce yatıyor... Uyan!  Beklemiyorum, akşamı... Uğurluyorum... Önce sözlerini kesiyorum sonra silinmeye yüz tutmuş yüzünü...  Bir bir kapatıyorum şehrin ışıklarını...  Gitti...  Tane tane yerlere saçılırken cümleler, toplamaya elim varmıyor... O gitti cümleler de gitti sanki… Kalem yere düştü, kâğıtlar yaprak misali... Nerede bulurum seni, kime sorarım artık. Araya bilir miyim bir daha?  … Restorana giriyorum, montumun uçları çamur olmuş, birazda üşümüşüm... Mercimek çorbası geliyor önüme; ne limona gidiyor elim nede tuza...  Yavan bir şey geçiyor boğazımdan... Yutkunmaya bile zorlanıyorum; düğüm düğüm olmuş kelimeler boğazımda, konuşamadım ya! Önümdeki çorbayı, sağ tarafa çekip bir çay rica ediyorum. Yirmisine bile ayak basmamış Ağrılı Muhammet "buyur abla" deyip koyuyor çayı masaya. Bir şey diyecek gibi yüzüme bakmasından anladım bir şey diyecekti ama diyemiyordu... Göz kırpmamdan samimiyet almış olacak ki "Abla montun" dedi, Başımı sola çevirdim, kaçıncı bakışımdı bu çamura...  "Kâğıt topladım kardeşim" kâğıtta ki bütün kelimeler yerlere saçılmış bari bir kaçını kurtarayım dedim... Anlamamıştı Ağrılı Muhammet...  Anlamsız gözlerini üzerimden aldı, gitti... Dakikalar sonra elinde çay ile gelen Muhammet, çayı bıraktıktan sonra cebindeki ıslak mendilleri çıkarıp "abla istersen ben sileyim" Silinince geçecek cinsten değil kardeşim, sağ ol... …uğurlamıştım; sessiz sedasız… Masanın etrafında toplanan onca kravatlılara rağmen en uzak köşeden izlediğim adamı...  Yumuşak yüzlerinin ardında saklanan menfaatlerini; ceplerini saklama gereği duyan, gerektiğinde çıkaranlara rağmen en köşeden... Sigarayı ezmek istercesine küllüğe bastırırken, masadaki sandalyeyi çekip oturdu, sakallı adam... Selam sabah yoktu...  Oturur, oturmaz çay önüne konmuştu. Muhammet'in gitmesi ile  - ne oldu? Diye sordu. - gitti.  - kim sorusuna verecek cevabım yoktu... Boyun bükmek dışında... Dolan gözlerim adını inkâr eder cinstendi ama dile düşmüyor, aşikâr olmuyordu... - deli misin sen be? - beni yalnız bırak! Demekle yetindiğim sorusuna  Kalk gidiyoruz, dedi.  Gidecek yerim yok dedim... Gözlüklerini çıkarıp sağ tarafına koydu, sakallı adam. Dinlemeye niyet etmişti, anlaşılan...  Millet, yazdıklarımı yaşadıklarım sanıyorlar. Oysa yaşamak istediklerimi de yazıyorum. Geç kaldıklarım var, kapımı çalmak için geç kalanlar... En yaralayıcı olanı da gelemeyecek olanlar... Gönlüm, gelemeyecek olanların izinde giderken yaşamak paçamdan tutmuş bırakmıyor... Bende oturdum çay içiyorum... Dün Marmara denizin üzerinde bir gün daha tükendi, bir güneş daha battı... Benim yazdığım, ilmek ilmek işlediğim satırlar sokaklara savruldu... Cebimden kâğıt kalem çıkaran sakallı adam Yine yazarsın dedi... -Bu öyle bir şey değil... Yazı, yazgımı oluşturduğu günden bu yana yazıyorum ama bu sefer öyle değil… Beni anlamıyorsun, anlayamazsın.  İkinci defa beni yalnız bırak, demekle yetindiğim sakallı adama. Masanın üzerindeki kâğıt kalemi önüme bırakıp, gitti… … Yüz çizgileri okunmalı bir insanın  buğulu bakışlarındaki derin hüznü dağınık saçlarını, dalga dalga savrulurken  zamana yenik düşmüş beyazları... yüreği okunmalı bir insanın  güçlüyüm derken bile hayata öfkesini sadeleşmiş, sakinleşmiş yorgun yüreğini yaşlanırken gülüşünün şarap kokusunu içindeki çocuğu ben iyiyim derken kaçırdığı gözlerini... vefasını, cefasını, vedasını  hayat hikayesi okunmalı sözlerinden değil, gözlerinden  gülüşünden, öfkesinden dahi sessizliğinden… Korkuların ateşe verilmiş haliydi, onu uğurlamak ve ateşin karşısına geçip öylece dalmak... Gecenin bir yarısı ayazda gezdiren; uykuya alışık olmayan gözler miydi yoksa uyutmayan düşünceler mi? Çokta umursamıyorum aslında bu soruyu. Günün bütün yorgunluğunu dört duvarın arasına bırakırken; satırların, kâğıdın üzerinde saklı kalmasını gönlüm el vermiyor... Yabancı bir göz değeceğine kelam bilen birini okutmak, gidecek olanı okutmak lazım gelse gerek... Asıl önemli olanda bu galiba... Giderken bir “Allahaısmarladık” demek gibi bir şey… Anlaşılmayı beklemeden...  İncitmeden, ürkütmeden sessiz sedasız başucuna bırakılan satırları küçücük de olsa tebessüm içinde okutmak…  Rabbim, bundan sonra gönül rahatlığı versin. Dünyada hiçbir şey yarım söylemek ya da yarım bırakmak kadar kötü bir şey yok. Çünkü “Eksik tamdan daha fazla yer kaplar hayatımızda” Anlatmak için hiçbir kelamın yeterli olmadığı şu zaman diliminde dileğim çalakalem yazılanların; mazur görünmesi… Duam odur ki; bundan sonra hayatınızda eksik kalan her ne var ise tamamlamanız; sağlık ve huzur içinde…  Allah’a ısmarladık… Selam ve Dua ile…
Ekleme Tarihi: 03 Şubat 2025 - Pazartesi

ALLAH’A ISMARLADIK (eksik kalan ne varsa)

Bir gün daha Marmara denizin üzerinde batarken, içimde gidemediğim şehrin vedası usulce yatıyor...

Uyan! 

Beklemiyorum, akşamı... Uğurluyorum...

Önce sözlerini kesiyorum sonra silinmeye yüz tutmuş yüzünü... 

Bir bir kapatıyorum şehrin ışıklarını... 

Gitti... 

Tane tane yerlere saçılırken cümleler, toplamaya elim varmıyor...

O gitti cümleler de gitti sanki…

Kalem yere düştü, kâğıtlar yaprak misali...

Nerede bulurum seni, kime sorarım artık. Araya bilir miyim bir daha? 

Restorana giriyorum, montumun uçları çamur olmuş, birazda üşümüşüm... Mercimek çorbası geliyor önüme; ne limona gidiyor elim nede tuza... 

Yavan bir şey geçiyor boğazımdan... Yutkunmaya bile zorlanıyorum; düğüm düğüm olmuş kelimeler boğazımda, konuşamadım ya!

Önümdeki çorbayı, sağ tarafa çekip bir çay rica ediyorum. Yirmisine bile ayak basmamış Ağrılı Muhammet "buyur abla" deyip koyuyor çayı masaya.

Bir şey diyecek gibi yüzüme bakmasından anladım bir şey diyecekti ama diyemiyordu... Göz kırpmamdan samimiyet almış olacak ki

"Abla montun" dedi,

Başımı sola çevirdim, kaçıncı bakışımdı bu çamura... 

"Kâğıt topladım kardeşim" kâğıtta ki bütün kelimeler yerlere saçılmış bari bir kaçını kurtarayım dedim...

Anlamamıştı Ağrılı Muhammet... 

Anlamsız gözlerini üzerimden aldı, gitti...

Dakikalar sonra elinde çay ile gelen Muhammet, çayı bıraktıktan sonra cebindeki ıslak mendilleri çıkarıp "abla istersen ben sileyim"

Silinince geçecek cinsten değil kardeşim, sağ ol...

…uğurlamıştım; sessiz sedasız… Masanın etrafında toplanan onca kravatlılara rağmen en uzak köşeden izlediğim adamı... 

Yumuşak yüzlerinin ardında saklanan menfaatlerini; ceplerini saklama gereği duyan, gerektiğinde çıkaranlara rağmen en köşeden...

Sigarayı ezmek istercesine küllüğe bastırırken, masadaki sandalyeyi çekip oturdu, sakallı adam...

Selam sabah yoktu... 

Oturur, oturmaz çay önüne konmuştu. Muhammet'in gitmesi ile 

- ne oldu? Diye sordu.

- gitti. 

- kim sorusuna verecek cevabım yoktu... Boyun bükmek dışında... Dolan gözlerim adını inkâr eder cinstendi ama dile düşmüyor, aşikâr olmuyordu...

- deli misin sen be?

- beni yalnız bırak! Demekle yetindiğim sorusuna 

Kalk gidiyoruz, dedi. 

Gidecek yerim yok dedim... Gözlüklerini çıkarıp sağ tarafına koydu, sakallı adam. Dinlemeye niyet etmişti, anlaşılan... 

Millet, yazdıklarımı yaşadıklarım sanıyorlar. Oysa yaşamak istediklerimi de yazıyorum. Geç kaldıklarım var, kapımı çalmak için geç kalanlar... En yaralayıcı olanı da gelemeyecek olanlar...

Gönlüm, gelemeyecek olanların izinde giderken yaşamak paçamdan tutmuş bırakmıyor... Bende oturdum çay içiyorum...

Dün Marmara denizin üzerinde bir gün daha tükendi, bir güneş daha battı... Benim yazdığım, ilmek ilmek işlediğim satırlar sokaklara savruldu... Cebimden kâğıt kalem çıkaran sakallı adam

Yine yazarsın dedi...

-Bu öyle bir şey değil... Yazı, yazgımı oluşturduğu günden bu yana yazıyorum ama bu sefer öyle değil… Beni anlamıyorsun, anlayamazsın. 

İkinci defa beni yalnız bırak, demekle yetindiğim sakallı adama. Masanın üzerindeki kâğıt kalemi önüme bırakıp, gitti…

Yüz çizgileri okunmalı bir insanın 

buğulu bakışlarındaki derin hüznü

dağınık saçlarını, dalga dalga savrulurken 

zamana yenik düşmüş beyazları...

yüreği okunmalı bir insanın 

güçlüyüm derken bile hayata öfkesini

sadeleşmiş, sakinleşmiş yorgun yüreğini

yaşlanırken gülüşünün şarap kokusunu

içindeki çocuğu

ben iyiyim derken kaçırdığı gözlerini...

vefasını, cefasını, vedasını 

hayat hikayesi okunmalı

sözlerinden değil, gözlerinden 

gülüşünden, öfkesinden dahi sessizliğinden…

Korkuların ateşe verilmiş haliydi, onu uğurlamak ve ateşin karşısına geçip öylece dalmak...

Gecenin bir yarısı ayazda gezdiren; uykuya alışık olmayan gözler miydi yoksa uyutmayan düşünceler mi?

Çokta umursamıyorum aslında bu soruyu. Günün bütün yorgunluğunu dört duvarın arasına bırakırken; satırların, kâğıdın üzerinde saklı kalmasını gönlüm el vermiyor... Yabancı bir göz değeceğine kelam bilen birini okutmak, gidecek olanı okutmak lazım gelse gerek... Asıl önemli olanda bu galiba... Giderken bir “Allahaısmarladık” demek gibi bir şey…

Anlaşılmayı beklemeden... 

İncitmeden, ürkütmeden sessiz sedasız başucuna bırakılan satırları küçücük de olsa tebessüm içinde okutmak… 

Rabbim, bundan sonra gönül rahatlığı versin. Dünyada hiçbir şey yarım söylemek ya da yarım bırakmak kadar kötü bir şey yok. Çünkü “Eksik tamdan daha fazla yer kaplar hayatımızda” Anlatmak için hiçbir kelamın yeterli olmadığı şu zaman diliminde dileğim çalakalem yazılanların; mazur görünmesi…

Duam odur ki; bundan sonra hayatınızda eksik kalan her ne var ise tamamlamanız; sağlık ve huzur içinde… 

Allah’a ısmarladık… Selam ve Dua ile…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve denizli20haber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
Bets10 giriş sitesi Mobilbahis resmi bahis sitesi casinomaxi giriş