Bilmek herhangi bir konu üzerinde yorum yapabilme kabiliyetini de içine katarak sorulan soruya cevap verme sanatı. Bilmek, üstünlük, hayat tarzını oluşturabilmek ya da edebi de birleştirip karşısında ki insanı yol gösterebilmektir. Fakat bilmek bilgiçlik taslamak değildir. Kendimizi üstün kılmayı çalışmak, ezmek, hadsizleşmek kesinlikle değildir. Başarısızlıklarla övünen, başarısızlıkların içinde kendini ön plana atıp haklı düşürmekte değildir.
Lise dönemlerinde ders esnasında hoca konu içinde “bilgi, deniz ise bilim adamların bildiği sadece bir damladır” demişti. Ne de haklıymış! Sağdan soldan duyulanlarla bilginin olmayacağını, konuşulmaması gerektiğini hele ki arkadan dedikodu etmeyle başkalarının hatalarını gülerek sağındakine, solundakine anlatmayla bir yerlere gelinmeyeceğini ne güzel anlattılar; yaşadıklarımız, duyduklarımız. Anladım ki bu şekilde yaparak sadece insanlık nasibimizden biraz daha kaçmış oluyoruz.
Geçen hafta Trabzon'lular ile ilgili bir eğlence(festival) programında bir arkadaş yerel sanatçılar ile tanıştırdı. Oturduğumuz açık alan da konu dönüp dolaşıp siyasete ve din konularına gelmişti. Tam cevap vermeye hazırlanıyordum ki sol tarafımda oturan arkadaş elini elimin üzerine koyup "lütfen!" Dedi. Sustum. Misafir olduğum ortamda savunma yapmayacaktım. Öğrenmiştim açık açık fikrimi söylememeyi. Arkadaşın gözünün içine bakıp gülümsedim. Sağ tarafımda oturan kişiye dönüp "ne kadar haklısınız, çok doğru söylediniz(!)" Dedim. Her gün iki, üç saat okuduğunu söyleyen ve neredeyse her şeyi red eden bu şahıs benim hak vermem ile iyice konuya dalıyordu ki başka biri "ayakkabılarını giy de az sonra program başlayacak" diye uyardı... Tabi şiveleri ile. İyi tarafı şu oldu; "iki dakika da horon oynamayı öğretirim" deyip ayak hareketlerini öğretmişti. Sonuç Gümüşhane',li arkadaşa eşlik... Artık horon oynamadım(tepmedim) demem! Neyse. Beyefendinin sahnesi bitince konuşmaya devam ettik. Sosyal medya üzerinden birbirimizi takip ettiğimiz bu kişi iki üç saatlik okumanın içerisine bu yazıyı katacak mı merak ediyorum doğrusu. Allah, sağlık ve huzur versin ne diyeyim...
Bana kalırsa hemen yazmaya başlamalı...Yazmanın yanlışı yoktur çünkü kendince doğruları vardır ve bu doğruları da kendince savunmalarla yaparsın. Ya değer verdiğin insanların sözlerini vurgularsın yâ da kırk yılda bir güzel laf eden insanların laflarını kendin çeker alırsın. Fakat biz "edepsiz, susturduğunu zanneder. Edepli, edebinden susar” sözünden yola çıkarak herkese cevap verilmeyeceğini gayet iyi öğrendik. Bu yüzden bilmekte ki güzelliği ve o güzelliği uygulamanın feyzini dile getirmek istiyorum.
Bilmek, bilgiyi bilme isteğini kıskanarak olur. Fakat bizler bilgiden çok insanın kendisini kıskanıyoruz. Geldiği noktayı, lüks yaşantısını, hayat tarzını… Sadece secde dışında eğilmemek güzeldir ama şu da var ki seni kıskanan, kendisiyle durmadan övünen “ben” deyip şeytana çanak tutan bir insana cevap vermek bile eğilmektir bence. Sırf bu yüzden susmak gerekmez mi? (Sizce)yalnız susmayı da uysal bir koyunla karıştırmalarına izin vermeden haddini bildirmek gerekir. Bana dokunmayan yılan istediği kadar yaşasın. Bu biraz bencillik olacak ama olsun birbiriyle iyi anlaşan yâ da birbirlerini iyi idare eden yılanların yuvasını dokunmamak gerek, öyle mi? Şimdiye kadar yılanın yuvasına çomakla karıştıran ben, artık kim olursa olsun "haklısın" deyip susuyorum... Oysa, "Söz ruhun nasibi" der dururdum... İnsan, değişiyor. Bilmek bir şeyi değiştirmediği zaman.
Haki DEMİR’in “insanları keşfetmenin yolları” diye kitabı vardı, muhtemelen hâlâ vardır. Yanlış hatırlamıyorsam insanların yaşayabilmesi için insanları tanıma imkânına sahip olması gerek. Bunları yapmak içinde “insan’ı” tanımak gerekir, diyordu en azından bu kapıya çıkan bir şeydi. İnsanın, insan tanıması için konuşması gerekir. Anladım ki insan en çok fuzuli konuşmayı seviyor. Ben dahil tâbi. Nereden mi biliyorum, boşverin!
Neyse, bilmek konusunu bir yerlere bağlasam iyi olacak. Arkadan eksik gedik bulmaktan zevk alır duruma gelmişiz. Biliyorum edalarına kapılıp gövde gösterisi yapmak kolaylaşmış. Yolda yürürken önümüze bakmayı unutmuşuz. Yaptıklarımızdan çok yapmadıklarımızla övünür olmuşuz. Kalp kırmanın Kâbe yıkmak gibi olduğunu unutmuş kendi merkezimizi oluşturmuşuz. Ne diyeyim daha bilmek, edeple, hoşgörüyle, yorumlayabilme sanatıyla birleşince güzel olur dışında.
Saygı ve edeple birleşmiş bilgiyle kalın…
SAYGILAR
