“Seni seven mi, yoksa senin sevdiğin mi?” diye gelen soru karşısında verilen cevap:
“Sevgi dilenmek zordur; o yüzden her zaman seni seven...”
Bu soru, belki de çağlar boyunca insanların cevabını aradığı en sade ama en derin sorulardan biri. İlk bakışta cevabı kolay gibi durur: “Tabii ki sevdiğim...” der insan.
Ama sonra hayat, insanın önüne bir ayna koyar. Sevdiğiyle değil, seveniyle karşılaştırır. O zaman anlar, sevgi sadece bir his değil; aynı zamanda bir emek, bir sadakat, bir bekleyiş, bazen de bir vazgeçiş olduğunu.
Ve bu zorluk, insanın yüreğinde susmayan bir sızıya dönüşür. Çünkü sevmek güçlü bir eylemdir; sevilmekse çoğu zaman nasip işidir. Bu yüzden seçim kolay değildir.
Bu söz bana geçen Ramazan ayında izlediğim “Aşkın Yolculuğu - Vefa Sultan” dizisindeki bir bölümü hatırlattı. Hikâyeye göre:
Bir zamanlar aşk ile yanıp tutuşan bir adam var. Sabah akşam gönlündeki kadının ismini zikreder durur. Ne yana baksa sevdiği kadın vardır, o derece âşık...
Adamı, Vefa Sultan’ın dergâhına götürürler. Vefa Sultan’ın dizlerinin dibine çöken adama Sultan:
“Kalbini kalbime ver, oğul,” der, dizlerinin dibine iyice yaklaştırır ve sorar:
“Ne istiyorsun bu fakirden? Âşık, dua ister.
Vefa Sultan: “Ne diye dua edelim?”
Âşık: “Ayşe… Ayşe beni sevsin, Şeyhim,” der.
Haline üzülen Şeyh sorar: “Bu kadar çok mu seviyorsun bu kızı?” Adam bir saniye bile düşünmeden: “Evet,” der.
Cebinden tespihini çıkaran Sultan, tespihi âşığın avuçlarının içine bırakır ve şöyle der: “Al bu tespihi, gir bizim çilehaneye. Sabaha kadar 'Ayşe' zikri çek.”
Âşık bir durur: “Haşa Şeyhim! Ayşe Allah mı?” der. Sultan: “Ben de onu derim, evlat. Sabaha kadar 'Ayşe, Ayşe' desen de Ayşe seni duymaz ki. Ama bu yangınla, içindeki bu tufanla bir kere 'Allah' desen, O seni duyar. Zira insanlar sadece sesini duyar; Allah ise kalbini...”
Eskiler, “Aşk nasip işidir; hesap işi değil," demişler. Hesapsız, kitapsız; izin dahi almadan kalbimizde yerini alan insanlar, eğer bu durumun arayış değil de adayış olduğunun farkında olsalardı, bu kadar gözler, diller dışarda olur muydu?
Aşkta zarar ziyan olmaz, canlar... Çünkü aşk zaten karşılıksızlıktır. Lakin bu, çok büyük bir yüktür.
Çok severek takip ettiğim ve birçok kişiye de önerdiğim Ömer Demirbağ, geçenlerde bir programında aşktan bahsederken şöyle dedi:
“Aşk öyle bir keyfiyettir ki kıyamete kadar konuşsak da tam manasıyla anlatılmaz, anlaşılamaz. Gökler dolusu sussak da yine anlatılmaz, anlaşılamaz. İlahi bir tecellidir.
Allah-u Teâlâ’nın 'Vedûd' isminin tecellisidir. Ve sadece insana bahşedilmiştir. Meleklerde ve hayvanlarda yoktur.
Onun olduğu yerde akıl, irade yoktur. Aşk, bir kere bir gönülde yer etti mi, başka hiçbir şeyin varlığına izin vermez. Ancak Allah’ın rızasına, ilahi vuslata ulaşmada bir duraktır bu makam. Kavurucu olduğu için pek çoğu oraya saplanır kalır; orayı geçemezler. Yunus Emre bunlardan biridir.”
Ne diyorduk. Leyla’dan Mevlâ’ya...
Yunus’un “Ben sana mecazdan geldim” deyişi de oradan gelir. Mecazdan hakikate, beşerden Hâlık’a bir dönüş… (İnşallah)
Aslında bunun üzerine söylenecek çok da söz yok ama yine de, sırf yüreğimizi ferahlatmak niyetiyle, aslında sizin bildiklerinizi tekrar ederek çalakalem bir şeyler yazalım...
İnsanlar hayatımıza öylesine girmez.
Hayatımıza bir kere uğrayan insana “Ben bunu seveyim” ya da “Ben bundan nefret edeyim” düşüncesi, niyeti olmaz; olamaz.
Kalbin hükmü bizim elimizde değildir. İnsan, kendine aşina olanı sever, ona yakınlık duyar. Bu, kaderin bir parçası olsa gerek. Allah belki de kaderimize yazar ama alnımıza yazmaz. Bu da sınavın bir parçası muhtemelen...
Bütün bu sebeplerden dolayı “tesadüf” denen şeyin aslında “tevafuk” olduğunu bilirim. Olması gereken her şey, olması gerektiği zamanda, olması gerektiği için olmuştur. Bize düşen ise o zaman içinde çaba göstermektir. Çünkü biz, çabamızdan sorumluyuz.
Gerisi, takdir...
Bu yüzden “Seni seven mi, senin sevdiğin mi?” sorusuna
“Ne sevdiğiniz için mücadele edin”ne de “Sizi seveni seçin”diyemem. Ama şunu bilirim, beklemek, tabiri uygunsa sevgi dilenmek gerçekten zor...
Lakin bana kalırsa, sevmenin ve sevebilmenin kıymetini bilin. Bırakın ne kadar acı olursa olsun... Bir yerde yazıyordu:
“Bence sevin.
Nefret zaten çok moda.
Farklı olun ve sevin.
Bir insanı,
Bir kuşu,
Bir köpeği,
Bir ağacı,
Bir kitabı...
Bence sevin...”
Velhasıl kelâm,
Herkesin bir “Ayşe”si vardır kalbinde.
Ama herkesin bir “Vefa Sultan”ı yoktur yolunda.
Ve herkes, o Ayşe’nin Allah olmadığını zamanında fark edemez...
