Başlığın kabalığından cümlelerin ağırlığı belli olur mu? “Soğanı nerede yediysen, ağzını orada kokut” bu sözü ilk nenemden duymuştum. Ortaokulda mıydım neydim. Ama ben, böyle yapmayacağım. Benim işim ortada bir koku varsa yaymak, herkesi bu konu da rahatsız edip temiz olanı (doğru yolu) bulmak ve buldurmak. ‘Sana mı düştü?’ Diye sorabilirsiniz. Hakkınız var. Elbette bana düşer. Lakin sıralamaya alsam, sonlara kalırım muhtemelen…
Derindi cümleler. Kifayetsiz lâkin yanmış bir odunun külleri gibi avuç içinde dağılıp giden... Ellerim kül kokulu. Güllere ne oldu? Bülbülü severdim, evet, evet severdim. Geveze çıktı. Oysa asıl olan pervaneymiş... Gül bu işin neresinde? Elbette herkesçe biliniyor; bülbülün gül için feryadını…
Gerçekler dünyasına dönmek istemiyorum. Saatleri, saatlerin üzerine koyup uykuyu sırtlayıp gidiyorum, hayaller âlemine. Derlenip toplanıyor senin cemalinin dışındaki her şey. Kapıları kapatıyorum. Sesin kulağımda değil, gönlümde yankılanıyor. Sorma, sebebini...
Dünya burası, ahiretin kazanç yeri değil miydi? Ermek, can olmak için uğraşıyorum lâkin yapamıyorum. İkram olarak sunulan kelam şerbetinden nasibini alamamış benliğimi kötek mi yoksa celalin mi gerekliydi? Bendeki muradını anlamış değilim.
Hatasından dönen kâmil insanın aslında hatasız olduğunu değil, yapılan hatadan sonra kusurunu bilene gösterilen olgunluk değil miydi? Bana gösterilen, gösterilmeye çalışılan neydi? Celalin ile gönderdiğin yolda menzile daha hızlı gittiğimi ama kırık, dökük ulaştığımı bilmek bir şeyi değiştirir mi? Maksat aslında kırılmamayı öğretmek miydi?
Onca soruların içinde cebelleşirken; “bana ne İslam'a uygun olup olmadığını ben orada yerle gök arasında bir bağlantı kurmuşum. Allah'a ulaşmaya çalışıyorum" Kim, neden söylemişti bu sözü... ‘Doğru söylüyor’ deyip hak verdiğimi hatırlıyorum... Nasıl hak, vermeyeyim. Allah'a yaklaştıran hangi hikâye olursa olsun kabulümüz değil miydi? Celalde olsa Cemalde olsa…
Hz. Musa ile Çobanın hikâyesini hemen hemen hepimiz biliriz. Hatırlamayan dostlar için ufaktan özetlemekte fayda var...
Hikâyeye göre Musa (a.s.) yolda bir çoban görüyor. Çoban; “Ey Allah’ım! Sen neredesin, Sana kul-kurban olayım, senin çarığını dikeyim, saçlarını tarayayım. Elbiseni yıkayayım, bitlerini kırayım. Ey Büyükler Büyüğü sana süt getireyim. Ellerini öpeyim, ayaklarını ovayım. Uyku zamanı gelince yatağının yerini silip süpüreyim. Bütün gecelerim sana kurban olsun.” diyor. Hz. Musa bunları duyunca hiddetlenir ve çobana; sen nasıl konuşuyorsun. Aklını mı kaybettin. Sen Müslüman olmadan kâfir olmuşsun. Allah’a böyle yalvarılır mı? Diye kızar. Çoban bu hiddet karşısında “Ey Musa sen bu sözlerinle, azarınla benim ağzımı diktin ve bağladın.” Der. Pişmanlıktan perişan hale gelen çoban, yana yakıla çöllere düşer.
Sözümü devam etmeden önce şunu açıklık getirelim. Çoban Ümmi. Lakin yaptığına Dikkat edin! Allah’ı maddileştirmekte. Bir insan bunları söylediğinde küfre düşer. Doğrudur. Ama çobanın bunları söylemesi farklıdır. Art niyetli olmamak gerek. Çobanın kapasitesi samimiyeti gereği bunu bu şekilde yapmaktadır. İnsan bildiği kadar değil midir? Her şeyin başı samimiyet… Bu hikâyenin sonunda da Hz. Musa’ya vahiy gelir. “Sen kullarını benimle buluşturmak, bana yaklaştırmak mı yoksa ayırmak, uzaklaştırmak için mi geldin. Sen bizi ayırdın. Gücün yettikçe ayrılık yoluna ayak basma.” Diye.
Celal burada işe yaramamış belki de cemale ihtiyaç vardı…
… Neyse daha fazla haddimi aşmadan İslam ile ilgili kalem oynatmayı bırakıp soru işaretlerine geleyim.
Okuduğum her kitabı bakıp; bu uygun, bu uygun değil deyip çoğu kalem erbabını okumadan soğumuştum. Neden mi? Hemen cevap vereyim. “İtikatı bozuk! O filanca üniversiteden mezun”
Eee mezun ise bozuk mu oluyor? Oluyormuş demek ki uyarıyordu... Hala bazı şeylerde kimin itikatı sağlam, kimin değil bilemiyorum. Buda benim eksikliğim. Sosyal medya üzerinden takip ettiğim özellikle konuşmalarını, yazılarını okuduğum, beğendiğim kişiler var. Geçenlerde Gazze ile ilgili bir konuşmasını dinlemiş ve gerçekten de beğenmiş ve sözleri paylaşmıştım. Uyarı çok gecikmeden gelmişti.
Sarıldığım, sarıldığımız şey neler? Kur'an, hadis, sünnet. “Sünnet yok” dedi, biri. Dedim nasıl olmaz? Yok!
Peki, ya hadis?
Kur’an. Sadece Kur’an. İyi güzelde Kur'an'ın bir süresini okuyup, anlayıp hayatımızı nakletmede ömür yeter mi? Benim yetmez. Sizleri bilmem. Kaldı ki bu her baba yiğidin harcı da değil…
Eee sünneti kabul etmeyenler var, bunu ne yapacağız?
Hadislerin çoğu salih değilmiş, doğru mu?
Emevilerden bize bir sürü şey nakledilip hayatımıza kazandırılmasına ne demeli? Kazandırıldı mı? Ooo! Hele ki bu aralar kader-kaza ile ilgili daldığım konuları değinemiyorum. Hocamın “bu konuya çok girme ayağının altındaki sabun gibidir. İnsanı kaydırır” demesiyle başka zamana öteledim. Ecelden aman varsa tekrardan dalarız…
Hocam bu soruları sorduğumu duysa, celalini tahmin edebiliyorum. Zorluklara gerecek göğsüm yok, değil. Öğrenmek için belki de çok geç, bilmiyorum.
Rıza kazanmak diye bir şey var. Eyvallah! Uğraşıyoruz ama yolumun yanlış olduğunu söyleyenlere kulaklarımı tıkayıp gidemiyorum...
Oku! Okumuyorsan sarılıp uyu denilen kitabı okuyorum. Asıl itikatı bozuk olan ben çıkıyorum. Yıllardır bildiğim her şeyin boşa gitmesi var bunu nereye koyacağız?
Namaz yokmuş, haşa! ‘Olur mu öyle şey!’ diye çıkışıyorum. Çıkmak istediğim kapı yüzüme kapanıyor, karşımdaki ayetle destek veriyor. İnancı olmayan insanların bilgileri inançlı geçinen insandan daha çok hiç bunu fark ettiniz mi? Elbette ettiniz. Bu yüzden bizi rahat suspus ediyorlar ya. Bizler, tam burada kaybediyoruz. Olsun! İnanmıyorum. Namaz var deyip kalbimi yokluyorum. Evet, evet çok şükür oda destek veriyor bana...
Eee 73 fırkaya ayrılacak ya da ayrılan insanlar doğru yolu nasıl bulacak? Kim bulduracak? 73 fırkadan hangisi bizim yolumuz? İtikatımızı nasıl koruyacağız? Adamın; “bana ne İslam'a uygun olup olmadığını ben orada yerle gök arasında bir bağlantı kurmuşum. Allah'a ulaşmaya çalışıyorum" sözü tekrar kucağıma düşüyor…
Kim ne yaparsa yapsın, başka bir deyişle “Her koyun kendi bacağından asılır” diyemiyorum. Sizde demeyin, sakın! Bu sözden nefret ediyorum. Müslüman isen Müslüman geçiniyor isen her koyunun bacağı ayrı asılamaz, asılmaz... Evin önünde bir koyun kes bakalım. Günlerce asılı olan koyunun kokusu sadece sana mı yoksa koca mahalleye mi yayılır? Delirtmeyin, insanı!
Kaldırın şu koyunu ( soruları) imtina gösterdiğim insanlığımı, inandığım dinimi kokulu ağızlarda sakız etmeyin. Ulan!
Kıtmirî hiç mi duymadınız. İslam’ın kıtmir’i olan boşa çıkar mı? İki köpekten biri cennete diğeri cehenneme gider mi? Gülüyorum kendi, kendime. Bu son cümleyi okuyan bir tanıdığım; “cennet, cehennem yok” dediğini duyar gibiyim…
İman dairesi içinde saadet güllerini toplayıp oturun yerinize ne demeye uğraşıyorsunuz insanların imkânı ve idrakiyle…
Evet, evet imanda imkân ve nasip dairesinde değil mi? Yanlış mı söylüyorum. Adama sabaha kadar konuş. İmkânı yoksa almaya, alamaz bomboş gider... Kimi de öyle bir nasibi vardır ki yoldan geçerken duyduğu bir söz, bir eylemle hakikati bulur… Bizi de doğrultacak bir Molla Kasım bulunur duasıyla. Rabbim, cümlemize iman selameti versin! (Âmin)
