"Devlet aklı, zamana karşı oynanan bir satrançtır. Her taşın ardında yüz yıllık bir hikâye, her hamlede bin yıllık bir niyet saklıdır. Bugün yaşadıklarımız ne bir tesadüf ne de bir anlık refleksin sonucudur. Bu, kadim bir yapının, Anadolu’nun derin genetiğine yazılmış “karşı hamle” planıdır"...
Bu konu beni Aylar önce okuduğum Uygur Kocabaşoğlu'nun Anadolu'daki Amerika adlı kitabını aklıma getirmiş, günlerce üzerinde düşünmemi sağlamıştı.
Türkiye'nin stratejik konumu ve Anadolu’nun Asya ve Avrupa arasındaki köprü olması dışındaki kıymetli olmasındaki sebeplerden dolayı mı bu kadar oyun düzenleniyor acaba, ne dersiniz? "Anadolu’daki Amerika” adlı kitabı da tam bu nokta da bu soruya bir nebze cevap veriyordu. Nasıl mı? Kocabaşoğlu, ilk misyonerlerin 1820 yılın da İzmir’e gelmelerine bağlamış. Yani Amerika’dan, Anadolu’yu Protestanlaştırma faaliyeti için 1820'de İzmir 'e geliyorlar. Raporları olan misyonerler, raporlarında Müslümanlardan Protestan olmaz, demişler. İkinci aşama, Rumlardan Protestan olmaz. Üçüncü aşama da ise sadece Ermenilerden bir Protestanlık sinyali görüyorlar ve onlar üzerinde çalışmaya başlıyorlar. Sonuç olarak yürüttükleri faaliyetlerde okullar ve hastaneler üzerinden Türkiye’de yapılanıyorlar. Osmanlı Dönemi'nde kamuya sadık bir toplum olan Ermeni kavmi, bir anda hain kavim haline dönüyor.
Demem o ki 100 Yıllık Proje: “Bizi Bizden Ayırma" projesidir. Hemen hemen her yazımda muhakkak izi olan kıymetli büyüğüm aylar önce "çağdaş haçlı seferleri" demişti. O an bu kadar idrak edemediğim söz şuan başka bir arkadaşın yazısı ile derinliğini kazanmıştı. (Nasip)
Cumhuriyetin kuruluşundan önce yürütülen en sinsi proje; bizi bizden koparmak, bizi kendimize yabancılaştırmaktır. Fener Patriği Gregorius’un, Rus Çarı Alexander’a yazdığı mektup bunun ve şu an oynanan/ yeni haçlı seferlerin en iyi kanıtıdır.
O dönemlerden başlayan oyunlar/haçlı seferleri hiç ama hiç bitmedi. Zihinlerimize “geri kalmışlık” kompleksi, ruhlarımıza “batı hayranlığı” aşılandı. Oysa korkmaları gereken bizdik. Çünkü biz, sadece coğrafya değiliz; biz, ırk, akıl ve iman karışımıyla yoğrulmuş bir medeniyet, millettik. Bizim Cumhuriyet öncesi ve sonrası diye bir hayatımız yok. Biz hep buralardaydık. Hiç bu toprakları kaybetmedik. Atalarımız her türlü oyun karşısında yıkıldı lâkin yılmadı. Diplomatik masalarda, NATO karargâhlarında, küresel vitrinlerde yerimizi aldık, iyiyiz(!) Yok öyle yağma. Maske takılmış, zihinleri esir alınmış, kendine düşman edilmiş bir nesil oluşturulurken altın yaldızlı vitrinde olsan bana/bize ne.
Devlet aklı hiçbir zaman bu tarz oyunları sessiz kalmayandı. Çünkü bu topraklar, devleti milletin üstünde gören değil; devleti milletin ruhu olarak inşa eden bir hamurun mayasıydı...
Rüzgarın yön değiştirdiğini hissediyorum. Devlet aklı, uzun süredir izlediği, sabrettiği, not tuttuğu yapılar nihai adımlarını atacaklar ya da attılar ben göremiyorum. Bilemiyorum.
"Devlet aklı" var, müsterih olun. Yetkiyi millet adına alan ama o yetkiyle menfaat şebekeleri kuranlar, makamı emanet değil de “mülk” zannedenler, Devleti kendi ajandasına göre yönlendirmeye çalışan bürokratikler hepsi zamanı geldiğinde olması gereken yerde olacaklar... Süre onlar için de dolacaktır.
Bazı isimler, sahneden indirilecek. Kimileri ise siyasetin en karanlık arka kapılarında kendine yer beğenecek.
Çünkü bu değişimler “kozmetik değişiklik” olmayacak tamamen sistem güncellemesi olacak.
Devlet, klasik reflekslerini terk etmiyor ama yeni tehditlere yeni silahlar kuşanıyor. Bu da yalnızca değişim değil, yeniden doğuş olacak Allah'ın izniyle...
Unutmadan diyeyim, Devlet Aklından bahsediyorum hükümetten değil...