ISMAHAN ÇERİBAŞI
Köşe Yazarı
ISMAHAN ÇERİBAŞI
 

Honaz Dağı'ndan Aşırtmak

52 dakika 55 saniye süren konuşmanın ardından telefona peş peşe düşen mesajların ardından, telefon tekrardan çalmaya başladı. Karşı taraf mesajlardan dolayı endişesini dile getirirken, verebildiğim tek cevap "bana güvenmiyor musunuz?" olmuştu.  Bu soru üzerine konu uzayacaktı, belliydi. Bu yüzden olduğum ortamdan hatta çayın dumanı eksik kalmış bir masanın kenarından, eksiklikle, "Çayın olmadığı yerde olmam" diye karşı tarafa, sözünü kesmeden devam etmesini rica etmiş, bir yandan da aceleyle merdivenlerden inmeye başlamıştım. Akşamın gölgesi kaldırımlara serilmişti; sokak lambaları çoktan yanmış, gece usulca şehre süzülüyordu. Telefonun ucundaki adamla konuşmam ise, incecik bir pamuk ipliği gibi yavaşça çözülüyordu parmaklarımın arasından. Eve girer girmez, mutfak masasının üzerinde her daim hazır bekleyen ajandamın kapağını açıp, telefonun ucundaki adamın dediklerini not almaya başladım. Kahkahası bir yandan havada dolanırken bir yandan da beni teskin edici o sözlerini sürdürüyordu.  Konu, güven. Lakin bu, şahsa dair bir güvensizlik değildi; daha çok teknolojiyle, bağlantıyla ilgili bir meseleydi. Fakat o, sesi hafif alıngan bir tonda yükselterek, “Aşk olsun, bana güvenmiyor musunuz?” sözüme karşılık, iç geçişini fark eden adam, Anadolu deyişiyle noktayı koydu: “Sözü Honaz Dağı’ndan aşırtma.” Haklıydı. Zaman zaman saçma bir alınganlık çemberin içerisinde sıkışıp kalıyordum.  Yılların insanı, hayatı omuzlamış, dost bildikleri tarafından yarı yolda bırakılmış bir adamın, hatta hayattaki en büyük tecrübelerden biri de "kimseyi güvenme" diye kulağıma küpe yapmamı isterken, onun güven sorunu yaşaması, belki de en insani hallerden biriydi. Yanlış anlaşılmayı usulca düzelttikten sonra, daha önce katıldığı bir toplantıdan bir anısını anlatmaya başladı. Söz döndü dolaştı, yeniden o yüksek dağlara vardı. Honaz Dağı’ndan... Toplantıda yaşanan bir sahneyi aktarırken, salondaki başka bir tecrübeli kişi, onun düşüncelerine gülümseyerek şöyle demiş: "İğne yurduğundan Paris’i görüyorsun." (İğne deliğinden) Bu söze karşılık vermeye gerek duymamış. Zira bazen kelimeler yetmiyor, bazen de gerek kalmıyor. Ardından sözü toparlayarak şöyle demiş o bilge adam: “Senin bu söylediklerini anlayacak birisi yok burada.” Ve, rahmetli İsmail Cem'in derinlikli bir sözüyle bitirmişti anlattıklarını: “Benim ömrüm, fillerin kuyruğundan çekerek tepeleri aşmakla geçti.” Saat on buçuğu geçmişti. Gece, ağır ağır kalın perdelerin ardından sızıyor, uykular ipsiz bir kuyunun içine bırakılmış gibi derinsizleşiyordu. O adam, gecenin tam ortasında bana kalemi yeniden elime aldırmıştı. Bu aralar bereketli geçiyordu. Bilirsiniz, birini ya da birine dair bir hissi anlatmak zordur. Özellikle konuşarak. Çünkü her kelime, anlamını konuşanın değil, dinleyenin zihninde bulur. “Acaba yanlış mı anlaşılırım?” tedirginliğinden uzak, kelimelerimi rahatça sarf edebildiğim ender insanlardan biri olmuştu o kıymetli büyüğüm. Kalemin gücünü sezmişti; katkılarını esirgemiyor, düşüncenin su gibi akmasına yardım ediyordu. Neyse... Konuyu fazla dağıtmadan başa dönelim. “Honaz Dağı’ndan aşırtmak.” Bu tabir, genellikle biri lafı dolandırdığında, konuyu asıl yerinden çıkarıp ustaca bambaşka bir yöne çevirdiğinde söylenir. Ama bizim mevsimimizde, bu ifade tatlı bir yerel lezzete, neredeyse mahalli bir mizah diline evrilmişti. Sonuçta Honaz Dağı, Denizli’nin en yüksek zirvesi… Yani biri konuyu Honaz’dan aşırtıyorsa, onu epeyce yükseklere, belki de hayli uzaklara götürüyor demektir. Kimi zaman laf cambazlığı, kimi zaman gönül kırıklığı, kimi zaman da yaşanmışlıkların ağırlığıyla...Ama ne olursa olsun, insan bazen o dağın ardına bakmak ister. Belki bir çay sofrası vardır orada, belki de sadece konuşulmadan anlaşılmak. Kalem, düşünce ve sonradan işin içerisine yürek girince hiç konuşmadan hâlden anlayan o insana karşı özlemin arttığını bir kez daha hisserek, telefon çoktan kapatılmıştı. Telefonda yer alan, donuk donuk bakan o gözleri süzdükten sonra "kimbilir belki bir gün ceza biter" diyebilmiştim, kendi sesimi duyacak şekilde. İnsan bir sese hasret kalır mı?  Kalıyordu işte! 
Ekleme Tarihi: 07 Ekim 2025 -Salı

Honaz Dağı'ndan Aşırtmak

52 dakika 55 saniye süren konuşmanın ardından telefona peş peşe düşen mesajların ardından, telefon tekrardan çalmaya başladı. Karşı taraf mesajlardan dolayı endişesini dile getirirken, verebildiğim tek cevap "bana güvenmiyor musunuz?" olmuştu. 
Bu soru üzerine konu uzayacaktı, belliydi. Bu yüzden olduğum ortamdan hatta çayın dumanı eksik kalmış bir masanın kenarından, eksiklikle, "Çayın olmadığı yerde olmam" diye karşı tarafa, sözünü kesmeden devam etmesini rica etmiş, bir yandan da aceleyle merdivenlerden inmeye başlamıştım. Akşamın gölgesi kaldırımlara serilmişti; sokak lambaları çoktan yanmış, gece usulca şehre süzülüyordu. Telefonun ucundaki adamla konuşmam ise, incecik bir pamuk ipliği gibi yavaşça çözülüyordu parmaklarımın arasından.
Eve girer girmez, mutfak masasının üzerinde her daim hazır bekleyen ajandamın kapağını açıp, telefonun ucundaki adamın dediklerini not almaya başladım. Kahkahası bir yandan havada dolanırken bir yandan da beni teskin edici o sözlerini sürdürüyordu. 
Konu, güven. Lakin bu, şahsa dair bir güvensizlik değildi; daha çok teknolojiyle, bağlantıyla ilgili bir meseleydi. Fakat o, sesi hafif alıngan bir tonda yükselterek, “Aşk olsun, bana güvenmiyor musunuz?” sözüme karşılık, iç geçişini fark eden adam, Anadolu deyişiyle noktayı koydu:
“Sözü Honaz Dağı’ndan aşırtma.” Haklıydı. Zaman zaman saçma bir alınganlık çemberin içerisinde sıkışıp kalıyordum. 

Yılların insanı, hayatı omuzlamış, dost bildikleri tarafından yarı yolda bırakılmış bir adamın, hatta hayattaki en büyük tecrübelerden biri de "kimseyi güvenme" diye kulağıma küpe yapmamı isterken, onun güven sorunu yaşaması, belki de en insani hallerden biriydi. Yanlış anlaşılmayı usulca düzelttikten sonra, daha önce katıldığı bir toplantıdan bir anısını anlatmaya başladı.

Söz döndü dolaştı, yeniden o yüksek dağlara vardı. Honaz Dağı’ndan...

Toplantıda yaşanan bir sahneyi aktarırken, salondaki başka bir tecrübeli kişi, onun düşüncelerine gülümseyerek şöyle demiş:

"İğne yurduğundan Paris’i görüyorsun." (İğne deliğinden)

Bu söze karşılık vermeye gerek duymamış. Zira bazen kelimeler yetmiyor, bazen de gerek kalmıyor. Ardından sözü toparlayarak şöyle demiş o bilge adam:
“Senin bu söylediklerini anlayacak birisi yok burada.”
Ve, rahmetli İsmail Cem'in derinlikli bir sözüyle bitirmişti anlattıklarını:

“Benim ömrüm, fillerin kuyruğundan çekerek tepeleri aşmakla geçti.”

Saat on buçuğu geçmişti. Gece, ağır ağır kalın perdelerin ardından sızıyor, uykular ipsiz bir kuyunun içine bırakılmış gibi derinsizleşiyordu. O adam, gecenin tam ortasında bana kalemi yeniden elime aldırmıştı. Bu aralar bereketli geçiyordu.

Bilirsiniz, birini ya da birine dair bir hissi anlatmak zordur. Özellikle konuşarak. Çünkü her kelime, anlamını konuşanın değil, dinleyenin zihninde bulur. “Acaba yanlış mı anlaşılırım?” tedirginliğinden uzak, kelimelerimi rahatça sarf edebildiğim ender insanlardan biri olmuştu o kıymetli büyüğüm. Kalemin gücünü sezmişti; katkılarını esirgemiyor, düşüncenin su gibi akmasına yardım ediyordu.

Neyse... Konuyu fazla dağıtmadan başa dönelim.

“Honaz Dağı’ndan aşırtmak.”

Bu tabir, genellikle biri lafı dolandırdığında, konuyu asıl yerinden çıkarıp ustaca bambaşka bir yöne çevirdiğinde söylenir. Ama bizim mevsimimizde, bu ifade tatlı bir yerel lezzete, neredeyse mahalli bir mizah diline evrilmişti.
Sonuçta Honaz Dağı, Denizli’nin en yüksek zirvesi…

Yani biri konuyu Honaz’dan aşırtıyorsa, onu epeyce yükseklere, belki de hayli uzaklara götürüyor demektir.

Kimi zaman laf cambazlığı, kimi zaman gönül kırıklığı, kimi zaman da yaşanmışlıkların ağırlığıyla...Ama ne olursa olsun, insan bazen o dağın ardına bakmak ister.

Belki bir çay sofrası vardır orada, belki de sadece konuşulmadan anlaşılmak.

Kalem, düşünce ve sonradan işin içerisine yürek girince hiç konuşmadan hâlden anlayan o insana karşı özlemin arttığını bir kez daha hisserek, telefon çoktan kapatılmıştı. Telefonda yer alan, donuk donuk bakan o gözleri süzdükten sonra "kimbilir belki bir gün ceza biter" diyebilmiştim, kendi sesimi duyacak şekilde.

İnsan bir sese hasret kalır mı? 

Kalıyordu işte! 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve denizli20haber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.