(Kırık notlar öğrencinin değil; öğretmen ve velinindir)
Bir günüm, kaç aya tekâmül ediyordu bilemedim.
Çetelesini de tutamadım...
Matematiğim zayıftı,
İmlâ kılavuzundan ne kadar uzak oluşum yazılarımdan aşikâr…
Coğrafya desen hiç yok...
Mevsimler, yollar, dağlar, taşlar, ovalar...
Nereyi teğet geçip nereye paralel uzanıyordu!
Ektiğim tohumdan haberdarım, hasadını hiç yapamadığım.
Müzik... Bütün notalarda bin anlam vardı, bende onu dinleyecek kulak, kaldıracak kafa bulamadım.
Resim! Perspektif bakmasını beceremediğimden dolayı ne karakalemi aldım elime nede boya fırçalarını…
Beden Eğitimi...
Sağ baştan say komutu verdirir, sonra neticeyi bir emir komuta şeklinde bildirirdim.
Bütün derslerden kaldım(!) Kırık, dökük karneyle eve de gidilmez ki!
Yürüdüm... Saatlerce. Küstüm oynamıyorum demenin yoluydu. Kimin umurunda!
Bir yıl oturduğum sıraya benden küçükler ile tekrar dirseklerimi dayamaya mecbur tutulmuştum... Okumak istemiyorum! Diye avaz avaz bağırdıkça kitap koydular önüme...
Sonra ben Edebiyat diye bir dersle tanıştım. Edepten ayrılmayan bu ders; insanlardan daha çok anlıyordu... Okudukça, yazdıkça yeşermeye başladım... Sınıfın penceresinden izlediğim çam ağacının dalları ile bakışır en çok onlara anlatırdım…
Bir adam vardı, o biliyordu okuma niyetlisi olmadığımı. Buralara sığamadığımı... Bu yüzden ilk fırsatta kapının önüne koymak istedi... Birde babam. Her okul dönüşü defterimi kontrol eder şiir yazdım mı bakardı. Bulursa "yazar mı olcan başıma" der başlardı. O söylenirdi ben düşünürdüm. Olur mu acaba, diye ama ben yazar değil dağlarda gezen biri olmak istiyordum... Ta o zamanlar "it avına çıkacağım" derdim. Belki de bu yüzden "cengâver, mert kızım" diye severdi, nenem.
Sonra bir kadın geldi, Nuray... Nur' Ay... Ben onu hep kırmızı ceketi ve genç kız iken yaşamış olduğu kot pantolon hikâyesi ile hatırlıyorum... “Öfkeli, ben onu tanıyorum onun öfkesi denizköpüğü gibi. Ona güveniyorum" Dedi. Omuzumdan tutup sıraya koydu... Yenen dayakların ertelenmesini sağlayan; anne yürekli kadın... En büyük dayağı kalemle yedim, Şükür! İsyanların hepsinden haberdar olan; masanın üzerinde yazan sıfatının haricinde anne! Olan kadın… Nur ’ay…
Sonra bir adam daha denk geldi. Elimin tersiyle itip, "bu adamın kitabı okunur mu?" Dediğim yazarın kitabını elime tutuşturdu... İbrahim Ethem... 20-30 sayfalık tiyatro kitabı... "Gölge hiç kafese hapis edilir mi?" Sürekli isyan çıkaran ruhumu dâhi bedenimi kitaplarla özgürleştirmişti...
Sonra bir adam daha denk geldi... O aslında en başından beri vardı ama var olan bir şeyi görmek ile bakmak arasında ki fark kadar önemli bir yerdeydi... O da her gördüğünde "oku, yaz!" diyordu... (Allah rahmet eylesin)
Her fırsatta kaçacak delik arayan ben gidecek yer bulamaz oldum, okuldan başka... Arkadaş anlayışım değişmeye başlamıştı. Beni insanlar değil okuduğum kitaplar anlıyordu... Ve karşıma çıkan insanlar bunu bildikleri için beni bana buldurma konusunda o kadar başarılı oldular ki!
En derinde yerlerini koruyan ve her daim "Allah razı olsun" duasıyla hatırladığım iyi insanlar, güzel öğretmenler... Ben, benden ümidi kesmiş, fişi çıkarmaya niyet ederken onların inancı benimkinden daha fazlaydı... Öğretmen dediğin böyle olmalıydı... Karne dediğin böyle öğretmenlerden alınmalıydı...
İlk isyanı evde çıkardım, babama karşı! Armut dibine düşerdi. Ve boynuz kulağı geçerdi. İnatçıydım. Karar vermiştim. Hayatım boyunca tek başıma Denizli'ye gitmemiş ben Ankara'daki askeriye sınavlarına girecektim... Hiç unutmuyorum. Kaydımı yapmış, sınav günü gelip çatmıştı. Cumartesi günü babam Kelekçi/Denizli pazarından gelince "ben Ankara'ya gideceğim" dedim. Hiç git der mi?
Dedim ya inattım. Ondan habersiz kaydımı yapıp, sınava katılacağımı söyleyince iyice haşladı. Kim dinler... Biletimi dâhi almıştım. Kavga gürültü Cumartesi akşam yola çıkıp Beştepe İsmail Selen kışlasındaki sınava girdim. Ama ne korkuydu. Yol bilmez, iz bilmez... Tek başıma... Şuan düşünüyorum da iyi cesaret diyorum... Dedim ya ben karnemi iyi almıştım. Korku yoktu benim okuduğum kitaplarda. Aksine iyi bakmak, iyi görmek, sevmek ve hayata her şeye rağmen inadına tutunmak, mücadele etmek vardı.
Velhasıl sınavda muvaffak olamadım. Kaç defa girdim bende bilmiyorum. Bazen insan zorlayınca olacak zannediyor. Yok, nasipse oluyordu bazı şeyler. Nasip olmamıştı. Şimdilerde bana hayalini bile şerefle taşımak kaldı...
Aklı bir karış havada insanda değildim. Lâkin arayıp bulamadığım sadece sesini duyduğum bir fısıltı beni derin bir sessizliğin içine atmıştı. Arayışlarım artmıştı. Arayış kime, neden? Soruların cevapları kitaptaydı. Aradığımı bulunca bu sefer samimiyeti sorgular oldum. O kadar şey okudun çoğunu unutup çoğunu idrak etmeye çalıştın ne kadar samimisin... Neyi, ne kadar doğru yapıyorsun?
Tam o noktada kelam sultanım çıktı karşıma. O da bir öğretmendi. Sağ elimi, sol tarafıma koyup nereyi yoklamam gerektiğini gösterdi... Farklı tatlar, farklı bakış açısı ekledi. Bir mekânda beni tanıştırırken "benim talebem" demişti. Sonra bana dönüp “öğrenmeye hevesi olanın talebeliği bitmez” diye de eklemişti. Beni talebesi olmayı layık görerek beni onurlandıran insan...
Dedim ya! O da öğretmendi... Başka bir davranış şekli beklenemez.
Sonra ben hayatımın her aşamasında birileri ile tanıştım. Okul bitmiş. Karne almayı bırakmıştım. Hatta hayallerimi gerçekleştirmek için mezuniyeti olmayan hayat bilgisi dersinin içerisinde yer alıyordum... Artık algıdan da vergiden de haberdardım. Öğretmenler değişiyor benim öğrencilik dönemim bitmiyordu... Şifa olarak gördüğüm ve yazdıran, yazmama sebep olan öğretmenlerime ve hayatımdaki diğer fikir büyüklerime borcum vardı... Vefa!
Öğretmenlerim hayatımda hep oldu hâlâ daha varlar... Karşı kaldırımda görsem önümü iliklediğim, hanım kızım! Diye karşılandığım kapılardan içeriye başım edepten eğik, ellerim bağlı oturuyordum... Çok şükür!
O yüzden bir öğrenci her zaman iyi bir öğretmene denk gelmesi lazım ve öğretmenin öğrencisine tam manasıyla güvenmesi lazım Öğretmenin çabalamadığı yerde, öğrenci kırık notlar alır.
E sonuç! Diyeniniz olur belki diye söylüyorum. Ben hala isyan bayraklarını indirmedim. Başkaldırmayı, mücadele etmeyi, insan kalmayı, değerlerime sarılmayı iliklerime kadar hissederek yaşıyorum. Çoğu zaman anlaşılmaz ve uzun yazılar yazdığımı söyleyen zihniyetlerin bunu anlamasını beklemiyorum. Bütün bu isyanın içinde belki de bu yüzden en çok Atları sevdim. Evet, Atlar azizim. Asidir belki de vahşi ama onuru elden bırakmazlar... Seni bir diğerinin yanına koymazlar... Doludizgin giderler ama DOĞRU giderler...
...
Hiçbir şey olmasa bile İYİ ÖĞRETMEN ne demek bunu öğrendim... Daha ne olsun. Allah nasip ederse en azından çocuğuma iyi öğretmen olmaya çalışırım… Eee koskoca devlet kurup, devlet yıkan padişahı da bir ana doğurmadı mı? Onları da öğretmenleri eğitmedi mi?
Hepsinden Rabbim razı olsun, iki cihan saadeti versin…(Âmin)