ISMAHAN ÇERİBAŞI
Köşe Yazarı
ISMAHAN ÇERİBAŞI
 

LAMİ CİMİ YOK, ÖZLEDİM

Hiç bilmediğim o kokun çalınıyor burnuma! Zamanla unutulmuş ya da hiç öğrenilmemiş bu koku, hatıraların içinden gelip ruhuma dokunuyor.  Burnun değil de aslında kalbim hatırlıyor... Özlemin yüreğimi sararken yokluğun ağırlaşıyor sol yanımda. Şehrin hangi köşesine sakladım acaba düşüncelerimi, bilemiyorum. Eve gitmek istiyorum bir an önce, gidip sesinin yankılandığı o duvarların arasında hasret gidermek... Kaç gün oldu, o günler kaç ay gibi ömürden ömür götürdü. Vuslat yazmayan defterlerin yapraklarını yırtıp atarken, özlemi kaç defa sarıp sarmaladım... Ellerinin sıcaklığını üşüyen yüreğimin üzerinde gezdirirken, uzak bir şehrin yolları kadar acımasız olan zamanı geriye saramamanın acizliğini yanı başıma koydum.  Arayıp bulunmayacak bir şeydi, gözlerin. Gözlerin bir resim karesinde karşımda sessiz sedasız. Biraz da öfkeli. Oysa bir gülüşün vardı ki! Kısılan gözlerinin ardındaki o mutluluğu, dudaklarının kenarındaki o çukuru ve yol haritası belli olan çizgiler ile kucaklıyordum dünyayı... Bugün iki haftayı devirdin diyorum. Durduğum yerin ne kadar ağır olduğunu özledikçe anlıyorum. Özleyen insan nasıl durur deyip telefonu elime alıyorum. Ve ne kadar özlersem özleyeyim beklemem gerektiğini hatırlıyorum... İstasyonda gelmeyecek, belki de geç gelecek o trenin seferini bekler gibi bekliyorum. Belki bir gün yan yana gelmeyen o iki beden, bir ses ile yeniden kucaklar dünyayı... Umudun incecik ama sarsılmaz bir dalı gibi… Gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilmeden sarılanan bir ihtimalin ucundan tutunmak bile bazen insanı mutlu edebiliyor(muş)... Gecenin sessizliğinde yankılanan iç çekişlerim, duvarlara çarpıp geri dönüyor. Sanki her köşe senin yokluğunla mühürlü, her gölge seni anımsatıyor. Camın buğusuna yazdığım ismin, parmaklarımın ısısıyla siliniyor, ama kalbimin duvarına kazınan harflerin solmaya hiç niyeti yok gibi. Bir sokaktan geçerken, hiç tanımadığım birinin ses tonu sende duruyor. Rüzgâr saçlarımı okşarken, senin parmak uçlarını hissediyorum sanki. İnsan nasıl olur da hiç bilmediği bir dokunuşu bu kadar özler, diye soruyorum kendime. Cevabı yok. Özlem bazen aklın sınırlarını aşıyor, sadece kalbin bildiği bir dilde konuşuyor. Hatıralar… İncecik tüller gibi. Hafif, kırılgan ve zamana yenik. Ama yine de her rüzgârda savrulup gözümün önüne düşüyor. Gömleğin rengi bile aklımda. Bakışlarının içine gizlediğin o küçük sızı, dudaklarının kenarındaki gamzenin içinde kaybolmuş neşeyle ne güzel yarışıyordu... Zaman… Ne tuhaf bir ceza! Beklerken saniyeler saat, saatler ömür gibi geçiyor. Oysa içinde olduğun zaman, hafızamda sonsuzluk gibi... Şimdilerde takvimin üstünü karalıyorum, geçti diyemediğim günlerin adını siliyorum. Çünkü her biri sensiz. Penceremin pervazında bir serçe konuyor bazen. Uzaktan geldiği belli; ürkek, yorgun ama umutlu. Ona bakarken seni görüyorum. Belki sen de başka bir pencereden bakıyorsundur. Aynı gökyüzüne, aynı yıldızlara. Belki aynı serçe...  Ah, bir bilsen… Özlem dediğin, sadece kalbi sızlatmaz; sesi titretir, nefesi yarım bırakır. İçten bir “özledim” diyememek var ya, en çok o yakıyor içimi. Ve yine de… Yine de içimde büyüyen o narin umuda sarılıyorum. Belki bir gün… Belki bir gün sesin yeniden düşer yollarıma. Belki bir gün, teninle değil ama sesinle sarar beni. Ve ben, her seferinde yeniden inanırım: Bazı kavuşmalar, sadece bekleyenlerin dualarında filizlenir… Bekliyorum. Yarım kalmış cümlelerin sonuna nokta koyamadan. Sesini duymadan, izini silmeden, gülüşünü unutmadan. Bir ihtimalin peşine düşmüşüm; her köşe başında seni görecekmişim gibi yavaşlatıyorum adımlarımı. Belki bu sokak… Belki bu cadde… Belki bu gün... Zaman geçiyor ama geçmeyen bir şey var içimde... Çünkü bazı insanlar gitmez aslında. Sadece uzaklaşır. Ve bazı hisler, yalnızca yürekte barınmaz; gözyaşının tuzunda, kelimelerin suskunluğunda, en çok da sessizliğin ortasında yankılanır... Bekliyorum. Bazen bir trenin varmasını, bazen bir kapının açılmasını, bazen sadece bir sesin “ben buradayım” demesini… Ben hepsini aynı anda bekliyorum. Ne zaman biteceğini bilmediğim bir mevsimin ortasında, sabırla… Sen yoksun, ama umut var. Sen sessizsin, ama ben içimde binlerce sesle konuşuyorum. Biliyor musun, bir insan başka bir insana hiç dokunmadan bu kadar yaklaşıyorsa, o aradaki mesafe artık fiziksel değildir. O mesafe, sadece zamana emanettir. Ve ben zamanı sabırla büyütüyorum.
Ekleme Tarihi: 26 Eylül 2025 -Cuma

LAMİ CİMİ YOK, ÖZLEDİM

Hiç bilmediğim o kokun çalınıyor burnuma!

Zamanla unutulmuş ya da hiç öğrenilmemiş bu koku, hatıraların içinden gelip ruhuma dokunuyor.  Burnun değil de aslında kalbim hatırlıyor...

Özlemin yüreğimi sararken yokluğun ağırlaşıyor sol yanımda. Şehrin hangi köşesine sakladım acaba düşüncelerimi, bilemiyorum. Eve gitmek istiyorum bir an önce, gidip sesinin yankılandığı o duvarların arasında hasret gidermek...

Kaç gün oldu, o günler kaç ay gibi ömürden ömür götürdü. Vuslat yazmayan defterlerin yapraklarını yırtıp atarken, özlemi kaç defa sarıp sarmaladım...

Ellerinin sıcaklığını üşüyen yüreğimin üzerinde gezdirirken, uzak bir şehrin yolları kadar acımasız olan zamanı geriye saramamanın acizliğini yanı başıma koydum. 

Arayıp bulunmayacak bir şeydi, gözlerin. Gözlerin bir resim karesinde karşımda sessiz sedasız. Biraz da öfkeli. Oysa bir gülüşün vardı ki!

Kısılan gözlerinin ardındaki o mutluluğu, dudaklarının kenarındaki o çukuru ve yol haritası belli olan çizgiler ile kucaklıyordum dünyayı...

Bugün iki haftayı devirdin diyorum. Durduğum yerin ne kadar ağır olduğunu özledikçe anlıyorum. Özleyen insan nasıl durur deyip telefonu elime alıyorum. Ve ne kadar özlersem özleyeyim beklemem gerektiğini hatırlıyorum...

İstasyonda gelmeyecek, belki de geç gelecek o trenin seferini bekler gibi bekliyorum. Belki bir gün yan yana gelmeyen o iki beden, bir ses ile yeniden kucaklar dünyayı... Umudun incecik ama sarsılmaz bir dalı gibi… Gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilmeden sarılanan bir ihtimalin ucundan tutunmak bile bazen insanı mutlu edebiliyor(muş)...

Gecenin sessizliğinde yankılanan iç çekişlerim, duvarlara çarpıp geri dönüyor. Sanki her köşe senin yokluğunla mühürlü, her gölge seni anımsatıyor. Camın buğusuna yazdığım ismin, parmaklarımın ısısıyla siliniyor, ama kalbimin duvarına kazınan harflerin solmaya hiç niyeti yok gibi.

Bir sokaktan geçerken, hiç tanımadığım birinin ses tonu sende duruyor. Rüzgâr saçlarımı okşarken, senin parmak uçlarını hissediyorum sanki. İnsan nasıl olur da hiç bilmediği bir dokunuşu bu kadar özler, diye soruyorum kendime. Cevabı yok. Özlem bazen aklın sınırlarını aşıyor, sadece kalbin bildiği bir dilde konuşuyor.

Hatıralar… İncecik tüller gibi. Hafif, kırılgan ve zamana yenik. Ama yine de her rüzgârda savrulup gözümün önüne düşüyor. Gömleğin rengi bile aklımda. Bakışlarının içine gizlediğin o küçük sızı, dudaklarının kenarındaki gamzenin içinde kaybolmuş neşeyle ne güzel yarışıyordu...

Zaman… Ne tuhaf bir ceza! Beklerken saniyeler saat, saatler ömür gibi geçiyor. Oysa içinde olduğun zaman, hafızamda sonsuzluk gibi... Şimdilerde takvimin üstünü karalıyorum, geçti diyemediğim günlerin adını siliyorum. Çünkü her biri sensiz.

Penceremin pervazında bir serçe konuyor bazen. Uzaktan geldiği belli; ürkek, yorgun ama umutlu. Ona bakarken seni görüyorum. Belki sen de başka bir pencereden bakıyorsundur. Aynı gökyüzüne, aynı yıldızlara. Belki aynı serçe... 

Ah, bir bilsen… Özlem dediğin, sadece kalbi sızlatmaz; sesi titretir, nefesi yarım bırakır. İçten bir “özledim” diyememek var ya, en çok o yakıyor içimi. Ve yine de… Yine de içimde büyüyen o narin umuda sarılıyorum. Belki bir gün…

Belki bir gün sesin yeniden düşer yollarıma.

Belki bir gün, teninle değil ama sesinle sarar beni.

Ve ben, her seferinde yeniden inanırım:

Bazı kavuşmalar, sadece bekleyenlerin dualarında filizlenir…

Bekliyorum.

Yarım kalmış cümlelerin sonuna nokta koyamadan.

Sesini duymadan, izini silmeden, gülüşünü unutmadan.

Bir ihtimalin peşine düşmüşüm; her köşe başında seni görecekmişim gibi yavaşlatıyorum adımlarımı. Belki bu sokak… Belki bu cadde… Belki bu gün...

Zaman geçiyor ama geçmeyen bir şey var içimde...

Çünkü bazı insanlar gitmez aslında. Sadece uzaklaşır. Ve bazı hisler, yalnızca yürekte barınmaz; gözyaşının tuzunda, kelimelerin suskunluğunda, en çok da sessizliğin ortasında yankılanır...

Bekliyorum.

Bazen bir trenin varmasını, bazen bir kapının açılmasını, bazen sadece bir sesin “ben buradayım” demesini…

Ben hepsini aynı anda bekliyorum. Ne zaman biteceğini bilmediğim bir mevsimin ortasında, sabırla…

Sen yoksun, ama umut var.

Sen sessizsin, ama ben içimde binlerce sesle konuşuyorum.

Biliyor musun, bir insan başka bir insana hiç dokunmadan bu kadar yaklaşıyorsa, o aradaki mesafe artık fiziksel değildir. O mesafe, sadece zamana emanettir.

Ve ben zamanı sabırla büyütüyorum.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve denizli20haber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.