ISMAHAN ÇERİBAŞI
Köşe Yazarı
ISMAHAN ÇERİBAŞI
 

MASA, BARDAK ve İZLER...

Her doğrunun her yerde söylenemeyeceği bir yerde masalar galiba aksi halde masaya acımasızca kazınan isimler masaya mı haksızlık yoksa isminin oraya kazındığından habersiz olan isimler mi? Sıcak hava dalgasından bir nebze olsun çıkan İstanbul'da bu hafta sonu yağmur vardı... İlkindi namazından sonra ihtiyar heyeti namaz çıkışı gelip çardağın altında toplanmaya başladılar... İkişer, üçer şekilde gelen ihtiyarlar birden dokuz, on kişi oluverdi... Beton yığınların arasından sıyrılıp şu yemyeşil parkta oturup etrafı seyretmek gibisi yok. Onlar da haklı… Ben bir çardağın altında onlar bir çardağın altında öyle koyu sohbet açıldı ki kulak misafiri olmamak kulaklarıma, merakıma haksızlık olurdu. Utanmasam yanlarına gidip ‘eee devam edin’ derdim yani o derece… Takkeli bir dayı başında ki takkeyi çıkarıp sağ dizinin üzerine koydu parmaklarını önündeki masaya sürdü ve “şuna bak ne yapmışlar masaya” dedi. Ayaklarının altında çekirdek kabuklarını eze eze. İki ayaklı hayvanlar belli ki parktan geçmişler.  Gözlerim her ne kadar ihtiyarlarda olsa da aklım başka alemlere seyahate çıkmıştı. Bir masa, çay bardağı ve en önemlisi muhabbet sahibi… Neler, neler konuşulmuştu masalarda. Sulh anlaşmaları, iç hesaplaşmalar, kırgınlıklar, anlaşılmak ve anlatabilmenin tadına varılmıştı. Kimi zaman da konuşma zamanın gelmediği için susulan o saatler… Düşünsenize bir yerde bir sebepten dolayı oturuyorsunuz ve masanın üzerinde çay bardakları. Parmak ve dudak izleriniz bardakta kalırken konuşulan konular masada usulce uyuyor… Anlatılanlar size ya iyi ya da olumsuz olarak geri dönecek… Dalıyorum, pejmürde bir şekilde gittiğim masanın karşısındaki kişinin beni misafir edip yardımcısına ‘Fatma Hanım biz çay içeriz’ deyip hemen ilk dakikalarda iz bırakan o kişiyi… Bir masa... Masanın üzerine bırakılmış iki bardak... Parmak ve dudak izleri... Masaya yatırılmış konular, aşikâr olmayan, incecik... Eskiler…70’li yıllardan 90’lı yıllara uzanan o aydınlığa kavuşma zamanı… Cesaretini toplayamamış bir kadın ve bütün heybetiyle kadının karşısında oturan adam... Ellerimi uzatıyorum, elin elime dokunacak kadar yakın ama bir o kadar da uzak… Utangaç, sessiz, kimliği belirsiz lakin anlaşılmayı bekleyen kadın… Ellerini ellerinin üzerine kenetlemiş başının üzerinde yanan ışığın baskısıyla sorguyu tamamlamaya çalışan titrek kadın. Kurulan bütün cümleler eksik, yüklemi olmayan devrilmeye mecbur ve zaman olabildiğince hızlı, avuç içindeki su misali...  Arada gözlerim gözlerine kayıyor ve gözlerimin gözlerin ile buluştuğu anlarda ruhum gökyüzünde dolanırcasına kanat çırpıyor. Susuyordum ve bu suskunluk korkuya sebep oluyordu ‘ya bir daha göremezsem ya bir daha konuşmak için fırsat olmazsa’ diye. O anları heybeme koyup başımı çeviriyorum. Her doğru her yerde söylenmez ya susuyorum... Askıda bırakıyorum soruları, askıda kalan bütün sorular için yolculuğu bekliyorum... Masa, bardak ve masada bırakılan izler... Bütün cümleleri masada toplayıp inkarın yasak olduğu satırları dante, dante işliyorum. Gönül dağı denen o dağda tek başıma oturuyorum. Ayağa kalkıyorum başımı gökyüzüne çevirip yağacak yağmurdan medet umuyorum... Kaç dakika, kaç saat geçti bilmiyorum ama bir dahaki gelişimi iple çekiyorum... Bir daha ‘bu son olmaz dimi?’ Yumulan gözlerin altından ‘olmaz’ cümlesi dökülüyor. Her doğru her yerde söylenmez ya susuyorum. Nasıl derim ‘yüreğim uçurtma uçuran çocuk gibi’ diye… Masa, bardak ve masada bırakılan izler... Sesim titriyor, titreyen sesim ve akan gözyaşlarımdan korkuyorum... Bir araç geliyor alıp uzaklaştırıyor beni oradan. Bir iken iki, iki iken birden binlerin arasına karışıyorum. Kızma, kırılma her doğru her yerde söylenmez ya susuyorum... Adını hecelere ayırıyorum, heceleri harflere... Adının her harfine dokunup suretini resmediyorum. Kurduğun cümleler aklıma geliyor sözlerini yüreğime kazıyorum. Gönül dile dökülecek oluyor, demlenip kalemim kelama dönüşsün diye bekliyorum. Acımayan bir çay demliyorum gönül otağımda. Yudum yudum içiyorum kelamını, anlattıklarını. Her doğru her yerde söylenmez diye susuyorum... Korkuyorum... Korkularımla başa çıkamıyorum... Kaybedeceğimi hissettiğim anda yanıyorum. Her doğru her yerde söylenmez ya söyleyemiyorum... Masa, bardak ve masaya yatırılmış konular akreple yelkovanın dansını izlerken ben; seni izliyorum. Her doğru her yerde söylenmez ya kelamını çok özlüyorum.
Ekleme Tarihi: 16 Ağustos 2023 - Çarşamba

MASA, BARDAK ve İZLER...

Her doğrunun her yerde söylenemeyeceği bir yerde masalar galiba aksi halde masaya acımasızca kazınan isimler masaya mı haksızlık yoksa isminin oraya kazındığından habersiz olan isimler mi?

Sıcak hava dalgasından bir nebze olsun çıkan İstanbul'da bu hafta sonu yağmur vardı... İlkindi namazından sonra ihtiyar heyeti namaz çıkışı gelip çardağın altında toplanmaya başladılar... İkişer, üçer şekilde gelen ihtiyarlar birden dokuz, on kişi oluverdi... Beton yığınların arasından sıyrılıp şu yemyeşil parkta oturup etrafı seyretmek gibisi yok. Onlar da haklı… Ben bir çardağın altında onlar bir çardağın altında öyle koyu sohbet açıldı ki kulak misafiri olmamak kulaklarıma, merakıma haksızlık olurdu. Utanmasam yanlarına gidip ‘eee devam edin’ derdim yani o derece…

Takkeli bir dayı başında ki takkeyi çıkarıp sağ dizinin üzerine koydu parmaklarını önündeki masaya sürdü ve “şuna bak ne yapmışlar masaya” dedi. Ayaklarının altında çekirdek kabuklarını eze eze. İki ayaklı hayvanlar belli ki parktan geçmişler. 

Gözlerim her ne kadar ihtiyarlarda olsa da aklım başka alemlere seyahate çıkmıştı. Bir masa, çay bardağı ve en önemlisi muhabbet sahibi… Neler, neler konuşulmuştu masalarda. Sulh anlaşmaları, iç hesaplaşmalar, kırgınlıklar, anlaşılmak ve anlatabilmenin tadına varılmıştı. Kimi zaman da konuşma zamanın gelmediği için susulan o saatler…

Düşünsenize bir yerde bir sebepten dolayı oturuyorsunuz ve masanın üzerinde çay bardakları. Parmak ve dudak izleriniz bardakta kalırken konuşulan konular masada usulce uyuyor… Anlatılanlar size ya iyi ya da olumsuz olarak geri dönecek…

Dalıyorum, pejmürde bir şekilde gittiğim masanın karşısındaki kişinin beni misafir edip yardımcısına ‘Fatma Hanım biz çay içeriz’ deyip hemen ilk dakikalarda iz bırakan o kişiyi…

Bir masa... Masanın üzerine bırakılmış iki bardak... Parmak ve dudak izleri... Masaya yatırılmış konular, aşikâr olmayan, incecik... Eskiler…70’li yıllardan 90’lı yıllara uzanan o aydınlığa kavuşma zamanı… Cesaretini toplayamamış bir kadın ve bütün heybetiyle kadının karşısında oturan adam...

Ellerimi uzatıyorum, elin elime dokunacak kadar yakın ama bir o kadar da uzak… Utangaç, sessiz, kimliği belirsiz lakin anlaşılmayı bekleyen kadın… Ellerini ellerinin üzerine kenetlemiş başının üzerinde yanan ışığın baskısıyla sorguyu tamamlamaya çalışan titrek kadın. Kurulan bütün cümleler eksik, yüklemi olmayan devrilmeye mecbur ve zaman olabildiğince hızlı, avuç içindeki su misali... 

Arada gözlerim gözlerine kayıyor ve gözlerimin gözlerin ile buluştuğu anlarda ruhum gökyüzünde dolanırcasına kanat çırpıyor. Susuyordum ve bu suskunluk korkuya sebep oluyordu ‘ya bir daha göremezsem ya bir daha konuşmak için fırsat olmazsa’ diye. O anları heybeme koyup başımı çeviriyorum.

Her doğru her yerde söylenmez ya susuyorum... Askıda bırakıyorum soruları, askıda kalan bütün sorular için yolculuğu bekliyorum... Masa, bardak ve masada bırakılan izler... Bütün cümleleri masada toplayıp inkarın yasak olduğu satırları dante, dante işliyorum. Gönül dağı denen o dağda tek başıma oturuyorum. Ayağa kalkıyorum başımı gökyüzüne çevirip yağacak yağmurdan medet umuyorum... Kaç dakika, kaç saat geçti bilmiyorum ama bir dahaki gelişimi iple çekiyorum... Bir daha ‘bu son olmaz dimi?’ Yumulan gözlerin altından ‘olmaz’ cümlesi dökülüyor. Her doğru her yerde söylenmez ya susuyorum. Nasıl derim ‘yüreğim uçurtma uçuran çocuk gibi’ diye…

Masa, bardak ve masada bırakılan izler... Sesim titriyor, titreyen sesim ve akan gözyaşlarımdan korkuyorum... Bir araç geliyor alıp uzaklaştırıyor beni oradan. Bir iken iki, iki iken birden binlerin arasına karışıyorum. Kızma, kırılma her doğru her yerde söylenmez ya susuyorum...

Adını hecelere ayırıyorum, heceleri harflere... Adının her harfine dokunup suretini resmediyorum. Kurduğun cümleler aklıma geliyor sözlerini yüreğime kazıyorum. Gönül dile dökülecek oluyor, demlenip kalemim kelama dönüşsün diye bekliyorum. Acımayan bir çay demliyorum gönül otağımda. Yudum yudum içiyorum kelamını, anlattıklarını. Her doğru her yerde söylenmez diye susuyorum... Korkuyorum... Korkularımla başa çıkamıyorum... Kaybedeceğimi hissettiğim anda yanıyorum. Her doğru her yerde söylenmez ya söyleyemiyorum... Masa, bardak ve masaya yatırılmış konular akreple yelkovanın dansını izlerken ben; seni izliyorum.

Her doğru her yerde söylenmez ya kelamını çok özlüyorum.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve denizli20haber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.