ISMAHAN ÇERİBAŞI
Köşe Yazarı
ISMAHAN ÇERİBAŞI
 

Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye

Okumadığım bir kitap üzerine ahkâm kesmek değil niyetim. Fakat her geçen gün daha çok ilgimi çeken, beni içine çeken bir eser var: Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye… 2024 yılının Aralık ayında, “Def-i mefâsid, celb-i menâfiden evlâdır.” sözü üzerine bir yazı kaleme almıştım. O vesileyle Ahmet Cevdet Paşa’nın, öğrenmekte geciktiğim bir yönünü de keşfetmiştim. Her ne kadar konu beni aşacak derinlikte olsa da, o günlerde merakıma engel olamamıştım. Bugün, 19 Ekim 2025… O yazıya dönüp baktığımda, ne kadar sığ kaldığını, öyle olmaması gerektiğini açıkça görüyorum. Ama yine de “Benim amacım, duyduğum bir sözü kendi idrakimce anlamaya ve anlatmaya çalışmaktı.” diyerek, zihnimde beni sorguya çeken o katı sese karşı bir savunma geliştiriyorum. Yine de ikna edici değil. Başarısız olduğum o kadar ortada ki, zaman zaman dönüp “Mecelle’yi okusam mı, okumaya gerek var mı?” diye düşünüyor, sonra da “Ne alaka, avukat mısın sen?” gibi basit kaçışlarla kendimi avutuyorum. Fakat sonra içimde bir ses yükseliyor: “Osmanlı döneminde böylesine çetin bir süreçle yazılmış hukuk kitabını okumak sana bir şey kaybettirmez; aksine çok şey kazandırır.” Bu iç çekişme beni yine aynı noktaya getiriyor. Gönlümden almak geçiyor aslında. Kitabın sadece kapağı bile hoşuma gidiyor. Fakat sonra, “Bu kadar kalın bir kitabı evde tuğla gibi ne yapacağım?” diyerek elimi geri çekiyorum. Ardından içimde bir başka ses yükseliyor: “Hele bir başla bakalım.” Diyorum kendi kendime — tabiri caizse, kendime gaz veriyorum. Bu hâli bir iki ay önce “Dâhiliye Nezareti” kitabını beklerken de yaşamıştım. Başta, “İlgi alanın değil, uzak dur.” diyordum. Ama nasıl olduysa, sanki kavuşulacak sevgiliyi bekler gibi gün saymıştım kitabın gelmesini. Mecelle’ye gelince... Kitap satış sitelerinde gezinirken, ilk dikkatimi çeken şey yeşil kapaklı bir baskı oluyor. Gerçekten de “Oku beni!” der gibi... Sayfalarını bilmediğim o kitabın kapağında, beni karşılayan şey, derin bir yeşilin sükûneti oluyor. Öyle sıradan bir yeşil değil bu. Asırların bilgeliğini, adaletin ağırbaşlılığını ve İslam hukukunun kadim vakarını taşıdığı her halinden belli. Ne kasvetli bir koyuluk, ne de toy bir filiz yeşili… Tam kıvamında bir zümrüt yeşili. Dingin, vakur ve güven veren... Bu yeşilin üzerinde, beyazın asaletiyle yazılmış harfler var. Üst kısımda, Osmanlıca hat sanatıyla süslenmiş “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye” ibaresi duruyor. Bu satır, geçmişin derin nefesini bugüne taşıyor sanki. Harflerin kıvrımları, bir hukuk metninin katılığına meydan okurcasına zarif... Adeta adaletin estetiğini temsil eder gibi. Yalan mı? “Bütün uygulayıcılar tarafından okunduğunda anlaşılabilir.” deniyorsa ve “Hukuk tarihi açısından asla ihmal edilemeyecek bir kıymet taşır.” diye vurgulanıyorsa, bu hayranlık yersiz olamaz. Yeşil kapaklı, “beni oku” diye fısıldayan kitaba tekrar dönüyorum. Bu kez alt kısımda günümüz alfabesiyle yazılmış “Mecelle-i Ahkâm-ı ‘Adliyye” başlığı gözüme çarpıyor. Beyaz harfler, yeşilin fonunda bir kandil gibi parlıyor. Her bir harf, “Sade ama asil bir duruş nasıl olur?” sorusuna cevap veriyor adeta. Ne bağırıyor, ne de susuyor; her şey ölçüsünde… Bu ölçü, eserin ruhuna öylesine uygun ki… Zaten aksi mümkün mü? Mecelle, “ölçü”nün —yani adaletin— kitabı değil miydi? Kitabın kapağının orta kısmında, beyaz küçük puntolarla yazılmış şu ifade yer alıyor: “Tam Metin, Osmanlıca Aslı, Günümüz Alfabesiyle Yazımı ve Güncel Türkçesi Birlikte.” Sanki bir sır var içinde, çözülmeyi bekleyen... Bu beyaz, kar beyazı değil. Eski bir kâğıdın sarartmadığı, temiz bir beyaz. Göz yormayan, güven ve samimiyet telkin eden bir ton. En altta “Hazırlayan: Av. Yaşar Güçlü” yazıyor. Merak ediyorum: Bu kadar tarihî ağırlığın, bu kadar ince estetiğin altına girmeye nasıl cesaret etti? Kaç gün düşündü, kaç gece uykusuz kaldı? “3. Baskı” ifadesi, zamanla birlikte akan bir yolculuğun izlerini taşıyor sanki. Bunca tarihî derinliğin modern bir kapakta toplanmış hâlinin, benim evimin odalarında gezinme ihtimali bile beni heyecanlandırıyor. Tüm bu unsurlar birleşince, kitapta hem bir asalet hem de bir sükûnet beliriyor. Bir hukuk kitabının taşıması gereken ciddiyetle, manevî bir eserin vakarını aynı düzlemde buluşturan kusursuz bir denge kurulmuş. Tam da bu noktada, “Ne zamandır hukukla ilgileniyorsun?” gibi bir soruyla duygudan sıyrılmaya çalışıyorum. Ama o derin yeşil, geçmişten kök salarak bugüne uzanıyor. Beyaz harflerin saflığıysa bugünden bana sesleniyor gibi. Adaletin rengiyle hikmetin renginin aynı kapakta buluşmasına tanıklık ediyorum. Ve bu tanıklığın kıymetli olduğunu hissediyorum. Kapağı böyleyse, içeriği nasıldır acaba? Şunu da unutmamalı: Bir kitabı okumak için gerekçelerimizi yalnızca meslekî ilgiyle sınırlamak, kendimizi oyalayan bir savunma mekanizmasına dönüşebiliyor. Oysa bir kitap, sadece bilgi edinmek için okunmaz. Özellikle de Mecelle gibi bir eser, yalnızca hukukçular için değil; tarih, sosyoloji, felsefe, hatta edebiyatla ilgilenen herkes için okunmaya değer bir metindir. Çünkü bu kitap sadece bir hukuk metni değil; bir medeniyet tasavvuru, bir ahlâk anlayışı, bir ölçü felsefesi, bir insan ilişkileri rehberi, bir adalet mirasıdır. Bu zamana kadar okumakta geç kaldığım daha kaç eser var acaba?
Ekleme Tarihi: 19 Ekim 2025 -Pazar

Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye

Okumadığım bir kitap üzerine ahkâm kesmek değil niyetim. Fakat her geçen gün daha çok ilgimi çeken, beni içine çeken bir eser var: Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye…

2024 yılının Aralık ayında, “Def-i mefâsid, celb-i menâfiden evlâdır.” sözü üzerine bir yazı kaleme almıştım. O vesileyle Ahmet Cevdet Paşa’nın, öğrenmekte geciktiğim bir yönünü de keşfetmiştim. Her ne kadar konu beni aşacak derinlikte olsa da, o günlerde merakıma engel olamamıştım. Bugün, 19 Ekim 2025… O yazıya dönüp baktığımda, ne kadar sığ kaldığını, öyle olmaması gerektiğini açıkça görüyorum. Ama yine de “Benim amacım, duyduğum bir sözü kendi idrakimce anlamaya ve anlatmaya çalışmaktı.” diyerek, zihnimde beni sorguya çeken o katı sese karşı bir savunma geliştiriyorum.

Yine de ikna edici değil. Başarısız olduğum o kadar ortada ki, zaman zaman dönüp “Mecelle’yi okusam mı, okumaya gerek var mı?” diye düşünüyor, sonra da “Ne alaka, avukat mısın sen?” gibi basit kaçışlarla kendimi avutuyorum. Fakat sonra içimde bir ses yükseliyor: “Osmanlı döneminde böylesine çetin bir süreçle yazılmış hukuk kitabını okumak sana bir şey kaybettirmez; aksine çok şey kazandırır.” Bu iç çekişme beni yine aynı noktaya getiriyor.

Gönlümden almak geçiyor aslında. Kitabın sadece kapağı bile hoşuma gidiyor. Fakat sonra, “Bu kadar kalın bir kitabı evde tuğla gibi ne yapacağım?” diyerek elimi geri çekiyorum. Ardından içimde bir başka ses yükseliyor: “Hele bir başla bakalım.” Diyorum kendi kendime — tabiri caizse, kendime gaz veriyorum.

Bu hâli bir iki ay önce “Dâhiliye Nezareti” kitabını beklerken de yaşamıştım. Başta, “İlgi alanın değil, uzak dur.” diyordum. Ama nasıl olduysa, sanki kavuşulacak sevgiliyi bekler gibi gün saymıştım kitabın gelmesini.
Mecelle’ye gelince... Kitap satış sitelerinde gezinirken, ilk dikkatimi çeken şey yeşil kapaklı bir baskı oluyor. Gerçekten de “Oku beni!” der gibi... Sayfalarını bilmediğim o kitabın kapağında, beni karşılayan şey, derin bir yeşilin sükûneti oluyor. Öyle sıradan bir yeşil değil bu. Asırların bilgeliğini, adaletin ağırbaşlılığını ve İslam hukukunun kadim vakarını taşıdığı her halinden belli. Ne kasvetli bir koyuluk, ne de toy bir filiz yeşili… Tam kıvamında bir zümrüt yeşili. Dingin, vakur ve güven veren...
Bu yeşilin üzerinde, beyazın asaletiyle yazılmış harfler var. Üst kısımda, Osmanlıca hat sanatıyla süslenmiş “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye” ibaresi duruyor. Bu satır, geçmişin derin nefesini bugüne taşıyor sanki. Harflerin kıvrımları, bir hukuk metninin katılığına meydan okurcasına zarif... Adeta adaletin estetiğini temsil eder gibi.

Yalan mı? “Bütün uygulayıcılar tarafından okunduğunda anlaşılabilir.” deniyorsa ve “Hukuk tarihi açısından asla ihmal edilemeyecek bir kıymet taşır.” diye vurgulanıyorsa, bu hayranlık yersiz olamaz.
Yeşil kapaklı, “beni oku” diye fısıldayan kitaba tekrar dönüyorum. Bu kez alt kısımda günümüz alfabesiyle yazılmış “Mecelle-i Ahkâm-ı ‘Adliyye” başlığı gözüme çarpıyor. Beyaz harfler, yeşilin fonunda bir kandil gibi parlıyor. Her bir harf, “Sade ama asil bir duruş nasıl olur?” sorusuna cevap veriyor adeta. Ne bağırıyor, ne de susuyor; her şey ölçüsünde… Bu ölçü, eserin ruhuna öylesine uygun ki… Zaten aksi mümkün mü? Mecelle, “ölçü”nün —yani adaletin— kitabı değil miydi?
Kitabın kapağının orta kısmında, beyaz küçük puntolarla yazılmış şu ifade yer alıyor:

“Tam Metin, Osmanlıca Aslı, Günümüz Alfabesiyle Yazımı ve Güncel Türkçesi Birlikte.”

Sanki bir sır var içinde, çözülmeyi bekleyen... Bu beyaz, kar beyazı değil. Eski bir kâğıdın sarartmadığı, temiz bir beyaz. Göz yormayan, güven ve samimiyet telkin eden bir ton.
En altta “Hazırlayan: Av. Yaşar Güçlü” yazıyor. Merak ediyorum: Bu kadar tarihî ağırlığın, bu kadar ince estetiğin altına girmeye nasıl cesaret etti? Kaç gün düşündü, kaç gece uykusuz kaldı? “3. Baskı” ifadesi, zamanla birlikte akan bir yolculuğun izlerini taşıyor sanki.

Bunca tarihî derinliğin modern bir kapakta toplanmış hâlinin, benim evimin odalarında gezinme ihtimali bile beni heyecanlandırıyor.

Tüm bu unsurlar birleşince, kitapta hem bir asalet hem de bir sükûnet beliriyor. Bir hukuk kitabının taşıması gereken ciddiyetle, manevî bir eserin vakarını aynı düzlemde buluşturan kusursuz bir denge kurulmuş.
Tam da bu noktada, “Ne zamandır hukukla ilgileniyorsun?” gibi bir soruyla duygudan sıyrılmaya çalışıyorum. Ama o derin yeşil, geçmişten kök salarak bugüne uzanıyor. Beyaz harflerin saflığıysa bugünden bana sesleniyor gibi. Adaletin rengiyle hikmetin renginin aynı kapakta buluşmasına tanıklık ediyorum. Ve bu tanıklığın kıymetli olduğunu hissediyorum. Kapağı böyleyse, içeriği nasıldır acaba?

Şunu da unutmamalı: Bir kitabı okumak için gerekçelerimizi yalnızca meslekî ilgiyle sınırlamak, kendimizi oyalayan bir savunma mekanizmasına dönüşebiliyor. Oysa bir kitap, sadece bilgi edinmek için okunmaz. Özellikle de Mecelle gibi bir eser, yalnızca hukukçular için değil; tarih, sosyoloji, felsefe, hatta edebiyatla ilgilenen herkes için okunmaya değer bir metindir. Çünkü bu kitap sadece bir hukuk metni değil; bir medeniyet tasavvuru, bir ahlâk anlayışı, bir ölçü felsefesi, bir insan ilişkileri rehberi, bir adalet mirasıdır.

Bu zamana kadar okumakta geç kaldığım daha kaç eser var acaba?

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve denizli20haber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
akköse
(19.10.2025 21:06 - #467)
Kitapla ilgili ifadeleriniz çok muhteşem . Muhammet akköse
Ismahan Çeribaşı Teşekkür ederim, Saygılar
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve denizli20haber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.