Telefonun ucundaki ses "eksik olma!" dedi. Madem ki eksik olmamam gerekiyor, madem ki insan yerine koyup "değer" biçiliyor o zaman hakkını vermem lazım düşüncesiyle ve buradan hareketle eli kalem tutan insanlar ile ilgili sıkça karşılaşılan acı bir gerçeği işaret ederek yazıya Bismillah! demek istiyorum.
Birçok yazar, yaşarken yeterince takdir edilmez; değeri ancak ölümünden sonra anlaşılır. Kezâ hayatında önemli bir yeri olan ve programlarında da dile getiren değerli yazar; benim nazarımda kelam sultanı ve divan kâtibî olan Hayati İnanç, Necip Fazıl'ın vefatı ile ilgili anısını şu şekilde anlatıyor. (Bizzat dinleme şerefine nail oldum)
"Necip Fazıl’dan nereden baksan 50 şiir ezberlemişiz. Herkes bana git ve üstad ile tanış diyordu. Adamın evi Erenköy’de bende her gün Haydarpaşa’ dan trene biniyorum. Yolumun üstünde ancak durmaya cesaret edemiyorum ve evime gidiyorum. Ben cesaret edemiyorum birisi beni götürse de üstat ile tanışsak diyorum. Biri beni götürse diye beklerken 1983 yılı’nın Mayıs’ında geç kaldığımı öğrendim. Beyazıt’tayım, bir gazete aldım ve tam sayfa Necip Fazıl Kısakürek’in resmini gördüm. Bir şairin gazetenin birinci sayfasını tam sayfa kapatılacak şekilde resmi basıldıysa o şair öldü demektir. Fotoğrafının altında iki mısradan oluşan bir beyit var. Herhalde yazdılar dedim bir taraftan da tahmin yürütüyorum ne yazmış olabilirler. Düşündüklerimin hiçbiri yazmıyordu. Yazan ise şuydu; ‘Genç adam yollarımı adım adım bilirisin. Erken gel beni evde bulamayabilirsin’... Gözlerim doluyor, ağlamayı yakıştırmadığım kendimi sıkıyor ve yolumu, yoluna düşüren Allah'a şükürler olsun! Diyorum...
Dedim ya yazının başında da yazar, yaşarken yeterince takdir edilmez; değeri ancak ölümünden sonra anlaşılır. Bunun en büyük nedeni bizim okuma ve yazma olarak istekli olmamamızdan mı kaynaklanıyordu? Tabii ki tek bu değil. Zamanının ilerisinde olmak da bence bunların başında geliyordu. Yani o dönem anlaşılamayan ama zaman geçtikçe fikirleri ve üslupları daha çok kişiye ulaşır ve etkisi fark ediliyordu...
Bir diğer etkenlerden biri ise toplumun ve siyasi baskılar neticesinde bunlar kaynaklanıyordu. Bunu açıklama yapmak gerekirse; o dönemlerde, yazarların söyledikleri hoş karşılanmaz. Bu yüzden görmezden gelinir veya sansürlenir. Ancak yazar öldükten sonra "kalem ve düşünce özgürlüğü" çerçevesi altında değerlendirme yapılır... haksız mıyım?
Ticari başarı beklentisini girmek istemiyorum. Yaşarken satılmayan kitaplar adam öldükten sonra okunuyor. Bir adamı/yazarı keşfetmek için ölmesini beklemeyin Allah aşkına...
"Ölümden sonra alkış" diye başlığımı yenilemek istiyorum.
Bir yazarın kalemi çoğu zaman suskun bir çığlıktır. Konuşmasını seven hatta sırf bu yüzden doktorun tavsiyesi üzerine vasiyetini yazıp web sayfasında yayınlayan Hayati İnanç, sessizliği çığlık olmanın ötesine geçip, duyulmak ve anlaşılmak üzere Türkiye'nin en ücra köşelerine bile gidiyor... "Şöhret afettir" sözünü bizzat kulaklarımla duyduğum bu adamın derdi sizce alkış mıdır yoksa dediklerinin anlaşılması mı?
Kalabalıklar başka seslere kulak verirken, o kendi dünyasını yeniden kurar ve bu inşâyı gençler üzerine yapar. Peki bunu kim fark ediyor? Tam burada doğduğu ve övünerek anlattığı Çameli'yi eleştirmek istiyorum. Hayri Dev konferans salonuna lafım yok ama Hayati İnanç'ın kıymetini öldükten sonra mı bileceksiniz? Yanlış anlamayın 2. Konferans salonu kurup adını Hayati inanç koyun demiyorum bu fuzuli olmuş olur ama bir kütüphaneye ya da bir yere Hayati İnanç demek bu kadar zor olmaması gerek. Hadi bunu Çameli' de yapmıyorsunuz/ yapamıyorsunuz Denizli'ye bu konu da baskı da mı yapamıyorsunuz.
Muhtemelen olmuyor neden mi? Cevabı gayet açık aslında kıymet denen şey mezar taşından sonra gelir. Ve raflarda tozlanmış kitaplar bir gün yeniden keşfedilir, adına sempozyumlar düzenlenir, alıntılar sosyal medyada paylaşılır. Ama yaşarken yazdığı ya da önerdiği kitaplar okunmamıştır belki de. Kimse sormamıştır: “Sen ne anlatmak istedin?, Senin derdin ne?" Diye...
Sadece size değil kendimide kızıyorum. Toplum olarak çoğu zaman “şimdi”nin değerini bilmiyoruz. Yaşayan bir yazar bize bakarken susarız, ama onun ardından gözyaşıyla satırlarını okuruz. O da bilirdi zaten; değerinin gecikeceğini… Ama yine de yazdı ve il il gidip anlattı çünkü yazma ve anlatma derdi onu boğuyordu...
En büyük trajedi bu; yaşarken susulur, öldüklerinde alkışlanır. Ama o alkış, artık çok geçtir.
Sırf bu yüzden kıymetini bilelim, bildirelim...
