Makro ve mikro çevrelerin bizlere dayattığı ya da kendimizi davranışlarımızı biçimlendirmek zorunda kaldığımız zamanların yansımasını görüyorduk. Kimilerini olumlu yönde etkilerken kimini de olumsuz yönde etkileyebiliyordu; ama neresinden bakarsak bakalım bir dayatma biçimi değil miydi?
Hayatımızı biçimlendirmede önemli rol oynayan ve akciğerimize dolan havayla başlayan ağlama sesinden ta ki ölene kadar; hiçbir zaman değişmeyecek etkenlerden bir tanesi. Bu sözümde kesinlik cümlesini muhtemelen hepimiz anladık. Aksini iddia etmek de pek mümkün değil gibi.
… 21.05.2025 tarihinde saat 18.41 gibi telefon çaldı. Saati bu kadar net hatırlamamdaki sebepler çok önemli değil. Telefondaki arkadaş Erzurum ve Siirt arasında bir arabulucu, kaynaştırma becerisini anlatırken “bu benim guzum” dedim içimden ve güzel bir şeye vesile olmasından dolayı içten bir sevinç yaşadım. Yaşımız gereği mi yoksa karşımdaki arkadaşın benden yaşça büyük olması dolayısıyla mı bilemiyorum ciddi birkaç soru-cevap şeklinde konuşmanın seyri değişmişti. “Bazen hayatı ciddiye alasım geliyor. Sonra pahalı dersleri ucuz insanlardan aldığımı hatırlayınca, kendi dünyama kapanıp, beş para etmezler ile olan savaşı bir kenara bırakmak daha evlâdır diyorum. Velhasıl kelam, beni yavaşlatıp, huzursuz edenlerle savaşmak yerine kendimle barışmalıyım; zira insanın en huzurlu hâli kendi hâlidir.” Bu konuşma ile kapatmıştık telefonu.
Bu söz bana İsmet Özel’in bir yazısını aklıma getirdi. Yanlış hatırlamıyorsam orada diyordu ki; “Beşer kendi tüketim imkânlarını sorgulayamaz” hatta tavuk kendi neslini idame ettirme gayesiyle yumurtluyor, koyun ve inek yavrusunu emzirmek için süt veriyor diye de örnek vermişti. Buradan hareketle beşer olan bizler ömür tükettiğimize göre, tüketilen ömürlerimizi nerede, nasıl tükettiğimizi sorgulayamaz mıyız? Hayır, tabi ki de. İsmet Özel’in anlatmak istediği ile benim çıkış yaptığım nokta bir değildi. O, yazısında “şakiler içimizde” derken bambaşka bir noktayı parmakla gösteriyordu. Ben ise onun sözünden “biz tavuk değiliz” demek istiyordum. Tüketici olduğumuz doğru. Hepsinden önemlisi ömür tüketiyorduk lakin bizler irade sahibi bireyler olarak “ömrümüzü nerede, nasıl tüketiyoruz?” Diye sorgulamak zorundayız. Bu bizim asli görevimizdi. Sadece çevre bazen bizi bu sorulardan alıkoyuyordu.
Ömrü bir yere vakfetmek gerekiyor. Daha iyi bir işe, daha iyi davalara ne bileyim öldüğümüzde bizi biz yapacak; “merhumu/merhumeyi nasıl bilirsiniz?” Sorusunu insanların can-ı gönülden “iyi bilirdik” dedirtmek gerekmez mi? Bu benim için önemli olabilir belki de başkaları “ben öldükten sonra kim ne derse desin” cevabı da verir, bilemiyorum. Benim çevrem kendi davam, bu sorunun öncesi ve sonrası için önemli. Dert sahibi olmak lazımdı. Dert sahibi derken insanın önce kendi derdinin peşine düşmesi gerekir. Kendini yetiştiremeyen çevresini nasıl etki/ katkı sağlayabilir? Kaldı ki en büyük cihat insanın kendisiyle yaptığı savaştır. Geçenlerde bir büyüğüm; “Peygamberimiz, en büyük cihat nefisle yapılan cihattır." demiştir, sözünü hatırlatırken başka bir konuya değinmişti ama yeri gelmişken burada da hatırlamamın zararı olmaz diye sizlerle paylaşmış olayım.
İçinizden biri ne kadar bencil olduğumu düşünebilir. Doğrudur. Ben bu tarafımı itiraf ettiğim yerler oluyor. Özellikle bazı hasbihal canlısı olan kişilere karşı. Bana iyi gelen şeylerin her daim peşinde olmam; bırakın da bencillik olsun. Neyse bu değil şimdi konumuz.
Pahalı dersleri aldığımız ucuz insanların da hayatımıza girmesi gerekiyordu ki girdiler ve biz almamız gereken dersleri aldık. Önemli olan netice ve bizim duruşumuz. Köpek bizi ısırdı diye bizde mi onu ısıralım? Bizim/benim için önemli olan “ben ne yaptım?” Sorusudur.
Velhasıl kelam biz bu soruları sorduğumuz için yargılanacağız (sorguya çekileceğiz). Yargılanmakta sorgulanmaya muhatap olabilmekte) bir şeydir. Bir de şu pencereden bakın yargılanmadan içeriye de girebilirsiniz. İçeriye derken neyi kast ettiğimi anlayacak türdeyiz. Şükür!
