ISMAHAN ÇERİBAŞI
Köşe Yazarı
ISMAHAN ÇERİBAŞI
 

SABIRLA YOĞRULMAK

Ruhumun huzur bulan tarafından asılıp geliyorum sabaha! Aynadaki suretim, günler öncesinden uyanmış da bugün, bu saatte aynanın karşısına geçmiş gibi. Günah çukurlarından birinden çıkıp kırklanmış bedenim, kadehin ortasında kalan ruhumun çekilip ibret için asılışını izlemiş gibi bir utancın içindeyim. Neye elimi uzatsam kuruyor sanki. Balkonun bir köşesinde, saksı içindeki güllerim teker teker solunca derinden hissediyorum: Yaprak dökme zamanındaydım... Bozulmuyorum; kızgınlık ya da kırgınlık denen duyguları da barındırmıyorum içimde. Tane tane, birbirine dokunmadan yağan yağmur gibi; kimseye dokundurmadan, dahî kanatmadan, zaman denen merhemi sürüp... insanın en büyük ilacı olan unutabilmeyi diliyorum. Geçecek! "Kara gün kararıp kalmaz." derdi rahmetli dedem. Bugüne uyanan bedenim, güneşin artık bulutların arasından selam vereceğini işaret eder gibiydi. Belki de bu yüzden bugünkü uyanış, kendimeydi... Yeniden filizleniyor umutlarım, ortada hiçbir şey yokken. Noktadan sonra cümle büyük harfle nasıl başlıyorsa; Bismillah! deyip yeniden doğruluyor, yeniden yola koyuluyorum. "Tebdil-i mekânda ferahlık vardır!" diye... Söylemek istediğim hiçbir şey kalmamış gibi. Her şey konuşulmuş, nihai karar verilmiş gibi bir rahatlığa eren yüreğim; kaybolup gittiği gözleri tebessüm ile hatırlatırken, görüyorum kendimi. Bu sakinlik, bu dinginlik ve teslimiyet iyi geldi sanki. "Bundan sonra ne olacak?" sorusu, her ne kadar bir çınarın içindeki kurt misali beynimde yerini alırken; "Allah kerim." sözü, onca olacak ya da olmayacak şeyi gönül rahatlığıyla öteliyordu. Melankoliyle yoğrulmuş ama içinde umut filizleri de barındıran içsel bir yolculuktu bu. Hem dönüşümün hem de toparlanmanın eşiğinde duran bizler, yarınlara umutla bakmadığımız sürece zannediyoruz ki hep gecedeyiz... Ve işte, sabaha asılmış yüreğimle son kez yürüdüm içimdeki koridorlardan. Her adımda yankılanan ses, nefsin fısıltısı mıydı; yoksa vuslata çağıran ruhun niyazı mıydı, ayırt edemedim. Ama kalp susmayı öğrenirse, hakikati işitebilir. Sonra, zamanın gölgesinde eğilmiş bir çınar gibi duran adamı düşündüm. Her seferinde, "sabır et" diye telkinde bulunan... Son kez emre itaatsizlikten yargılanıp, yolumu yönümü baba ocağına çeviriyorum... Baba ocağı… Toprağın kokusuyla, eski kilimlerin deseninde gizli duanın izleriyle… Orada suskunluk konuşur, duvarlar sabrı fısıldar. Orada annenin duası hâlâ havada asılı, babanın gölgesi hâlâ kapının eşiğinde. Dönüşler oraya olur; zira insan, en çok yandığı yere değil, en çok dua aldığı yere döner. Yaprak yaprak döküldüm geçmişimden. Her bir yaprak; bir günah, bir gaflet, bir iç çekiş... Lakin Mevlâ'nın rahmeti öyle engin ki; düşen her yaprağın yerine sabırla yeşeren tövbeleri filizlendirip veriyor... "Benliğini yak ki hakikat zuhur etsin." Bu sözü nereden okumuştum, hatırlamıyorum bile. Tekrar tekrar yanmayı niyet ediyorum. Kendimden arta kalanla yeniden doğup... Küllerimden doğan kuş, ne Anka’dır ne de serçe; belki de sadece kendini arayan bir yolcu... Neyse ne, çok da umursamıyorum. Suret zâhirde görünür, hakikat bâtında saklıdır. Ben ise artık görünenle yetinmeyi değil, görünenin ardındaki sırra erişmeyi murat ediyorum.  Güllerim soldu, evet. Lâkin umutsuz olmak yok! Çünkü biliriz ki solan her şey yeniden yeşerir, yeter ki toprağa sabırla emanet edilsin.  Sabır! Kırılan kalbin gülü de dökülen gözyaşının rahmeti de toprağa karışır; oradan bir gün umut filiz verir. Ve işte bu yol, kırılıp geçmiş ama yapacak bir şey olmayıp, kendini / kendimizi aramada bir adım... Ve bu adım, ruhun gafletten seher vaktine geçişiydi. Gönül dilini anlatmaya ne kalem yeter oldu ne kelime. Durmak, durmayı öğrenmek gerek(miş)... İçimde bir âmin yankılandı: "Ey kalbim, niyetin halis ise, Rabbin kifayet eder." Bekle! İşte sırf bu yüzden, içimde ne bir öfke ne bir serzeniş var. Zira öfke, ilahi tecelliyi anlamamış kalplerin yüküdür. Ben yükümü bıraktım. Sabrın ve beklemenin eşiğinde, duanın gölgesinde soluklanıyorum...  Biliriz ki; Her gece bir sabaha, Her sabır bir rahmete gebedir. Doğum sancılı olsa da… Saygılar 
Ekleme Tarihi: 15 Eylül 2025 -Pazartesi

SABIRLA YOĞRULMAK

Ruhumun huzur bulan tarafından asılıp geliyorum sabaha!

Aynadaki suretim, günler öncesinden uyanmış da bugün, bu saatte aynanın karşısına geçmiş gibi.

Günah çukurlarından birinden çıkıp kırklanmış bedenim, kadehin ortasında kalan ruhumun çekilip ibret için asılışını izlemiş gibi bir utancın içindeyim.

Neye elimi uzatsam kuruyor sanki. Balkonun bir köşesinde, saksı içindeki güllerim teker teker solunca derinden hissediyorum: Yaprak dökme zamanındaydım...

Bozulmuyorum; kızgınlık ya da kırgınlık denen duyguları da barındırmıyorum içimde.

Tane tane, birbirine dokunmadan yağan yağmur gibi; kimseye dokundurmadan, dahî kanatmadan, zaman denen merhemi sürüp... insanın en büyük ilacı olan unutabilmeyi diliyorum.

Geçecek!

"Kara gün kararıp kalmaz." derdi rahmetli dedem. Bugüne uyanan bedenim, güneşin artık bulutların arasından selam vereceğini işaret eder gibiydi. Belki de bu yüzden bugünkü uyanış, kendimeydi...

Yeniden filizleniyor umutlarım, ortada hiçbir şey yokken.

Noktadan sonra cümle büyük harfle nasıl başlıyorsa; Bismillah! deyip yeniden doğruluyor, yeniden yola koyuluyorum.

"Tebdil-i mekânda ferahlık vardır!" diye...

Söylemek istediğim hiçbir şey kalmamış gibi. Her şey konuşulmuş, nihai karar verilmiş gibi bir rahatlığa eren yüreğim; kaybolup gittiği gözleri tebessüm ile hatırlatırken, görüyorum kendimi. Bu sakinlik, bu dinginlik ve teslimiyet iyi geldi sanki.

"Bundan sonra ne olacak?" sorusu, her ne kadar bir çınarın içindeki kurt misali beynimde yerini alırken;

"Allah kerim." sözü, onca olacak ya da olmayacak şeyi gönül rahatlığıyla öteliyordu.

Melankoliyle yoğrulmuş ama içinde umut filizleri de barındıran içsel bir yolculuktu bu. Hem dönüşümün hem de toparlanmanın eşiğinde duran bizler, yarınlara umutla bakmadığımız sürece zannediyoruz ki hep gecedeyiz...

Ve işte, sabaha asılmış yüreğimle son kez yürüdüm içimdeki koridorlardan. Her adımda yankılanan ses, nefsin fısıltısı mıydı; yoksa vuslata çağıran ruhun niyazı mıydı, ayırt edemedim.

Ama kalp susmayı öğrenirse, hakikati işitebilir.

Sonra, zamanın gölgesinde eğilmiş bir çınar gibi duran adamı düşündüm. Her seferinde, "sabır et" diye telkinde bulunan... Son kez emre itaatsizlikten yargılanıp, yolumu yönümü baba ocağına çeviriyorum...

Baba ocağı…

Toprağın kokusuyla, eski kilimlerin deseninde gizli duanın izleriyle… Orada suskunluk konuşur, duvarlar sabrı fısıldar. Orada annenin duası hâlâ havada asılı, babanın gölgesi hâlâ kapının eşiğinde. Dönüşler oraya olur; zira insan, en çok yandığı yere değil, en çok dua aldığı yere döner.

Yaprak yaprak döküldüm geçmişimden. Her bir yaprak; bir günah, bir gaflet, bir iç çekiş... Lakin Mevlâ'nın rahmeti öyle engin ki; düşen her yaprağın yerine sabırla yeşeren tövbeleri filizlendirip veriyor...

"Benliğini yak ki hakikat zuhur etsin." Bu sözü nereden okumuştum, hatırlamıyorum bile. Tekrar tekrar yanmayı niyet ediyorum. Kendimden arta kalanla yeniden doğup... Küllerimden doğan kuş, ne Anka’dır ne de serçe; belki de sadece kendini arayan bir yolcu...

Neyse ne, çok da umursamıyorum.

Suret zâhirde görünür, hakikat bâtında saklıdır. Ben ise artık görünenle yetinmeyi değil, görünenin ardındaki sırra erişmeyi murat ediyorum. 

Güllerim soldu, evet. Lâkin umutsuz olmak yok!

Çünkü biliriz ki solan her şey yeniden yeşerir, yeter ki toprağa sabırla emanet edilsin. 

Sabır!

Kırılan kalbin gülü de dökülen gözyaşının rahmeti de toprağa karışır; oradan bir gün umut filiz verir. Ve işte bu yol, kırılıp geçmiş ama yapacak bir şey olmayıp, kendini / kendimizi aramada bir adım...

Ve bu adım, ruhun gafletten seher vaktine geçişiydi.

Gönül dilini anlatmaya ne kalem yeter oldu ne kelime.

Durmak, durmayı öğrenmek gerek(miş)...

İçimde bir âmin yankılandı:

"Ey kalbim, niyetin halis ise, Rabbin kifayet eder."

Bekle!

İşte sırf bu yüzden, içimde ne bir öfke ne bir serzeniş var.

Zira öfke, ilahi tecelliyi anlamamış kalplerin yüküdür.

Ben yükümü bıraktım.

Sabrın ve beklemenin eşiğinde, duanın gölgesinde soluklanıyorum...

 Biliriz ki;

Her gece bir sabaha,

Her sabır bir rahmete gebedir.

Doğum sancılı olsa da…

Saygılar 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve denizli20haber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.