Öksüzlük mü, yetimlik mi bu hâl?
"ŞAŞIRDIM KALDIM İŞTE..."
Yazamadığım, dile getiremediğim duyguların önünde senin şiirlerin vardı.
Sen,
"Sözde, senden kaçıyorum doludizgin atlarla
Bâzan sessiz sedasız, ipekten kanatlarla,
Ama sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarla," dedikçe ben sımsıkı sarıldım senin o hallerine. Bu şiiri okurken, gözlerinden akan yaşlarla tanıdım seni:
"en serin imbatlarla,"
Ondan sonra adın hiç düşmedi dilimden. Parmağını gezdirdiğin o satır aralarında düşüncelerime;
"Adını yazıyorsun bulduğun fırsatlarla,
Yüreğimin başına noktalarla, hatlarla,
Baş başa kalıyorum sonunda heyhatlarla,"
Kuşkusuz rengârenk güller açıyordu bahçende, hediyeler hazırlanmış bekliyordu toprağın. En azından kalbin, elinde demir güç gibiydi...
Bembeyaz saçların bile… Yaşadığım hayat senin satırlarının arasında yatıyordu ve bunun ifşa olmasından korkuyordum. Bu yüzden görmeyi, duymayı ümit ettiğim zamanlarda:
"Ne olur bir gün beni kapında olsun dinle,
Öldür bendeki beni, sonra dirilt kendinle,
Çarpsan karasevdayı en azından yüzbinle,
Nasıl bağlandığımı anlarsın kemendinle.
Kaç defa çıkıp gittim buralardan yeminle,
Ama her defasında geri döndüm seninle.
Hangi düğüm çözülür nazla, sitemle, kinle?
Ne olur bir gün beni, kapında olsun dinle..." dedim.
Dinleyen olmadı. Muhtemelen seni de dinleyen olmamıştı.
Bu yüzden devam etmişti şaşkınlıklarımız ve sırf bu yüzden yürüyüp gitmişti sözler bizlerden önce.
"Şaşırdım kaldım işte, bilmem ki n’emsin?
Bâzan kız kardeşimsin, bâzan öpöz annemsin,
Sultanımsın susunca, konuşunca kölemsin,
Eksilmeyen çilemsin,
Orada ufuk çizgim, burda yanım yöremsin,
Beni ruh gibi saran sonsuzluk dairemsin,
Çaresizim, çaremsin." Diye...
Sen, ben ya da diğerleri, "Bilmem ki n’emsin?" derken tamamlanmayan, tamamlanmayacak sözlerin eşiğinde, uzaklarda yaşayıp kalbimize gömülen o insanlarla susmayı öğrenmiştik…
Ne diyeceğimi ne yazacağımı bilemiyorum.
“Öldü.” dediler. Ölen sen miydin? İnanamıyorum… Telefona düşen “öldü” mesajından sonra gözyaşlarını hatırladım, titreyen ellerinin arasındaki mikrofonu...
Bembeyaz yüzünü, insan kalabilmiş yanını...
Programlardaki o keskin bilgeliğini...
“Kelâm sultanımı bile cevapsız bırakan adam.” diyordum senin için. Tam bir Müslüman gibi… Öbür tarafa çoktan hazırlanmışçasına, korkmadan ama yarım bırakılmış çay, kitap ve yarınları bırakıp giden adam!
Yavuz Bülent Bâkiler
Dünya yolculuğunu tamamlamış. Kabri nûr, günahları affolunmuş, sorgusu âsân, menzili mübârek olsun…
Güzel adam,
Bu hâl hem bir ağıt hem de bir vedâ gibi.
Senin mısralarınla yoğrulmuş bir ruh hâli...
Aldığın teselli, yaralarını okşayan kelimeler ve sonunda gelen ölüm haberiyle yüreğinde açılan koca boşluk...
Şaşırdık kaldık işte! Okuyarak büyümek, okuyarak sevmek, okuyarak yas tutmak...
Makamın âli olsun.
