ISMAHAN ÇERİBAŞI
Köşe Yazarı
ISMAHAN ÇERİBAŞI
 

SEN SORUNCA

Sen sorunca iyi oluyorum ben. Bir şey varsa bile kalmıyor.  Yarenlik edesim geliyor sağımda, solumda kim varsa... Çocukların çığlıkları bile rahatsız etmiyor, sakız çiğneyen lakayıt insan bile bir sevecen geliyor, bir deveyi hatırlıyorum; geviş getiren... Sen sorunca iyi oluyor her şey. Ben bile. O zaman duyuyorum kargaların "hak" diye seslenişini... Güllerin dikeni bile başka güzel geliyor...  Sırf iyi gelsin diye benim olmadığım ama senin olduğun resim karelerine bakıyorum... Kolay kolay gülmeyen, etrafını sürekli kolaçan etmek zorunda hissettiğin sokaklarda çektirdiğin fotoğraflara...  Ellerini birilerin ellerine uzatırken ki hallerini, başını eğip düşündüğün, dilinin sürekli yanaklarında gezdiği o anları. "Namaz kılıp geleyim, sen çayı hazırla" deyişin geliyor kulağıma. Taburenin üzerinde kurulmuş bedenini görüyorum bilmem kaç kilometre uzaklıktan...  Adım adım bazen korka korka ilerliyorum. Ne yapacağımı bilmez bir halde. Halimi bilene bildirmek gibi derdim yok. Şükür ediyorum sadece varlığına. Uzakta olsan da... Yıllar eskitse de... Eskisi gibi kısa değil karşında dilim. En azından söyleyebiliyorum düzelttiğin Türkçe'mle...  Altını çiziyorum bazen cümlelerin onca üzerini çizdiğim insanlardan ayrı tutuyorum seni. Bozuluyorum, en çokta sessizliğine. Karıştırmıyorum yine öfkeyle saye'yi... Sayende diye başlıyor bazen cümlelerim. Ve tebessümle bitiyor cümle sonundaki noktalarım. Sen ufak sırlar verirken koyuyorum şaşkınlığımı ünlem ile birlikte. Ve devam ediyor üç noktalarım, en uç şeylere... Bazen kaldırıp atıyorum virgülleri… Uzun soluksuz bir cümle yazıyorum. Taş kucak ediyorum, hasreti; görme umudunu haps ettiğim içimde. İçimi dışımı boyuyorum, şiir ya da bir sözle... Alkış tufanı kopuyor, kopya çekiyorum hazırlıksız yakalandığım sözlerine. Çok meraklıyım, başıma açacağı belayı bile bile...  Yerlere döküyorum bütün satırları. Üzerini basma sakın! İçlerinde sen varsın diye.  Seni izliyorum, içinde olmadığım ama senin olduğun fotoğraf karelerine. Saçlarının arkaya yatışını izliyorum. Ve sen tutunca kaybolan elimi hatırlıyorum... Öteye geçmiyorum, haddimi bildiriyor uzaklık. Sonra hayal ediyorum... Karşılıklı bir çayı… Uzun sohbet ettiğimiz zamanı. Hayalini bile seviniyorum. Olmayacağını biliyorum lâkin söylemiyorum kendime. Olsun diyorum, olsun varsın... Geçen zamanı düşünüyorum. Birde geçmeyen zamanı. Hiç tanımıyorum seni. Kapı deliğinden bakıyorum. Fotoğraf karesine sığmayacak kadar uzundu, düşüncelerim. İnsanlar gibi düşüncelerim de ölüyor, yavaş yavaş. Merakım gitmiyor ama yasak geliyor, sınır konuluyor... Her şey baştan başa ben,her şey baştan aşağı sen... Koca bir düğüm oluşuyor boğazımda. Yağmura çıkıyorum belli olmasın diye göz yaşlarım.   Kaç yıl geçti bilmiyorum. Kaç sene oldu görmeyeli. Bir kalenin içerisinde saklanmış izliyorsun halimi. Halim sana âyân, halim sana beyan... Yıkmak istiyorum bütün duvarları, duvarlar üstüme üstüme geliyor. Seni çağırmak istiyorum, bir akşam yemeğine... Kapıyı açtığımda ilk seni görmek istiyorum. Şaka şaka bir çay içimine bile razıyım... Bir bardak çay içememekte hasret'ten sayılsın, lütfen! Sahiden kapı çalıyor, sen mi geldin? Diyesim geliyor. Hadi hazırlan gidiyoruz diyor bir ses. Nereye diyorum? Yol uzun ona göre diyor sadece...  Yol uzun... Evet yol olabildiğince uzundu. Gitmek istemeyen insana. Sol tarafımda arabayı süren insana bakıyorum, biraz da kızıyorum içten içe iyiydim evimde... Ket vurmuyorum, elim telefona gidiyor. Bir satırda olsa yazmak istiyorum. Vazgeçiyorum. Benim olmadığım başka bir fotoğraf karesi açıyorum. Olabildiğince yakınlaştırıp gözlerine bakıyorum. Karşımda olsan cesaret edip bu kadar uzun bakamayacağım gözlerine... Her zaman ki gibi çatık kaşlarının altındaki bakışları üzerime alınıp; saklıyorum kendimi ve sessizliğe bürünüyorum.  Telefon ile beraber sert bakışlarını kaldırıyorum. Aldırış etmiyorum sol taraftaki ne düşünür diye ve kapatıyorum gözlerimi... Bir kare resim daha alıyorum, göz kapaklarımın ardındaki gözlerime. Zamanla unuttuğum konuşmaları hatırlamaya çalışıyorum. Ne giydiğini, nasıl davrandığını. Ben ne yapmıştım acaba o an diye düşünüyorum. Hatırlayınca kendime kızıyorum. Birden açılıyor gözlerim. Bir daha sakın bu hareketi sergileme diye uyarı çekiyorum...Peki, ama ne yapmam lazım onu da bilmiyorum. İnsan nasıl davranması gerektiğini bilmediği durumlarda ne yapar? Abartma! Diye ikinci kez azarlıyorum. O da bir insan... İnsan! Şahsına dua edince kalbimize ferahlık, muhabbet edince, göğüs kafesimize çiçek açtıran... Evet, evet şifa niyetine konuştuğum. Bencillik edip, sadece bana iyi geldiği için aradığım, her seferinde "iyiyim" dediğim ve iyi olduğum o insan...  Nerede, ne yapıyor? Soruların döndüğü ama bir türlü sormaya cesaret edemediğim insan... Hiç bitmek bilmiyor sorularım. Bir şeyleri yeni öğrenmeye başlayan çocuk gibi... Birisi tarafından merak edilmek ne güzel! Yeniliyorum ve ben ilk defa bir yenilgiyi sevmeye başlıyorum. Bir şey yoktu aslında. Ne olduysa sonradan peydah olmuştu.   Onunla alakası yoktu. Bu benim içimde büyüyen bir şeydi. Bir tür tuzlu su. Karanlık içinde aydınlık misali... Mumun etrafında gezen kelebek. Kurtuluşu yanmakta arayan. Yanmak, meftun olmak. İllet bir hastalık desem ayıp olur ama içeride büyüyen şey hastalık değilse nedir? Hastalığında iyisi vardı. Şifacı belliydi. Sadece ilaç kara borsa... Birilerin tekelleştirmek istediği bu ilacı izin çıkmıyordu... Sakin biri olmayı beceremeyen kendimi yokluyorum. Telaşın neden? Diye. Baktığım gibi değildi hiç bir şey ve düşündüğüm gibi.  Sevgi az bulunan bir şey olduğu için gıdım gıdım veriliyordu Lâkin benim anladığım cinsten değildi.  Olsun! Ben sevmeyi seviyordum. Kavuşmak bana göre değildi. Olmayanı var eden Allah'tı. Bende zaten Allah'tan istiyordum. İnsanlar bazen olmayacak dua'ya amin der. İhtiyara böyle dediğimde nereden biliyorsun olmayacağını demiş, azarlamıştı. Kim olduğunu bilse yine aynı şeyi söyler miydi? Evet, evet söylerdi. İtikatı sağlamdı. Kimden ne istenip, istemeyeceğini iyi bilirdi.  Ondan bir şey istediğimde "bunu Allah'tan iste" der imkan varsa "şükür Allah imkan verdi de bizden sana nasip oldu" derdi... İhtiyatlı, ihtiyar sağlam dostu...  Hiçbir şey olmasa nasılsın? Diyecek samimiyet kalsın... Varsın ben benim olmadığım o fotoğraf karelerine bakayım... Dostluğuna talip olayım.  Kim bilir belki bir gün bir bardak çayın deminde demlenir sohbetler...
Ekleme Tarihi: 19 Mayıs 2025 -Pazartesi

SEN SORUNCA

Sen sorunca iyi oluyorum ben. Bir şey varsa bile kalmıyor. 

Yarenlik edesim geliyor sağımda, solumda kim varsa... Çocukların çığlıkları bile rahatsız etmiyor, sakız çiğneyen lakayıt insan bile bir sevecen geliyor, bir deveyi hatırlıyorum; geviş getiren...

Sen sorunca iyi oluyor her şey. Ben bile. O zaman duyuyorum kargaların "hak" diye seslenişini...

Güllerin dikeni bile başka güzel geliyor... 

Sırf iyi gelsin diye benim olmadığım ama senin olduğun resim karelerine bakıyorum... Kolay kolay gülmeyen, etrafını sürekli kolaçan etmek zorunda hissettiğin sokaklarda çektirdiğin fotoğraflara... 

Ellerini birilerin ellerine uzatırken ki hallerini, başını eğip düşündüğün, dilinin sürekli yanaklarında gezdiği o anları. "Namaz kılıp geleyim, sen çayı hazırla" deyişin geliyor kulağıma. Taburenin üzerinde kurulmuş bedenini görüyorum bilmem kaç kilometre uzaklıktan...

 Adım adım bazen korka korka ilerliyorum. Ne yapacağımı bilmez bir halde. Halimi bilene bildirmek gibi derdim yok. Şükür ediyorum sadece varlığına. Uzakta olsan da... Yıllar eskitse de... Eskisi gibi kısa değil karşında dilim. En azından söyleyebiliyorum düzelttiğin Türkçe'mle... 

Altını çiziyorum bazen cümlelerin onca üzerini çizdiğim insanlardan ayrı tutuyorum seni. Bozuluyorum, en çokta sessizliğine. Karıştırmıyorum yine öfkeyle saye'yi... Sayende diye başlıyor bazen cümlelerim. Ve tebessümle bitiyor cümle sonundaki noktalarım. Sen ufak sırlar verirken koyuyorum şaşkınlığımı ünlem ile birlikte. Ve devam ediyor üç noktalarım, en uç şeylere...

Bazen kaldırıp atıyorum virgülleri… Uzun soluksuz bir cümle yazıyorum. Taş kucak ediyorum, hasreti; görme umudunu haps ettiğim içimde. İçimi dışımı boyuyorum, şiir ya da bir sözle... Alkış tufanı kopuyor, kopya çekiyorum hazırlıksız yakalandığım sözlerine. Çok meraklıyım, başıma açacağı belayı bile bile... 

Yerlere döküyorum bütün satırları. Üzerini basma sakın! İçlerinde sen varsın diye. 

Seni izliyorum, içinde olmadığım ama senin olduğun fotoğraf karelerine. Saçlarının arkaya yatışını izliyorum. Ve sen tutunca kaybolan elimi hatırlıyorum... Öteye geçmiyorum, haddimi bildiriyor uzaklık. Sonra hayal ediyorum... Karşılıklı bir çayı… Uzun sohbet ettiğimiz zamanı. Hayalini bile seviniyorum. Olmayacağını biliyorum lâkin söylemiyorum kendime. Olsun diyorum, olsun varsın... Geçen zamanı düşünüyorum. Birde geçmeyen zamanı. Hiç tanımıyorum seni. Kapı deliğinden bakıyorum. Fotoğraf karesine sığmayacak kadar uzundu, düşüncelerim. İnsanlar gibi düşüncelerim de ölüyor, yavaş yavaş. Merakım gitmiyor ama yasak geliyor, sınır konuluyor...

Her şey baştan başa ben,her şey baştan aşağı sen... Koca bir düğüm oluşuyor boğazımda. Yağmura çıkıyorum belli olmasın diye göz yaşlarım.  

Kaç yıl geçti bilmiyorum. Kaç sene oldu görmeyeli. Bir kalenin içerisinde saklanmış izliyorsun halimi. Halim sana âyân, halim sana beyan... Yıkmak istiyorum bütün duvarları, duvarlar üstüme üstüme geliyor. Seni çağırmak istiyorum, bir akşam yemeğine... Kapıyı açtığımda ilk seni görmek istiyorum. Şaka şaka bir çay içimine bile razıyım...

Bir bardak çay içememekte hasret'ten sayılsın, lütfen!

Sahiden kapı çalıyor, sen mi geldin? Diyesim geliyor. Hadi hazırlan gidiyoruz diyor bir ses. Nereye diyorum? Yol uzun ona göre diyor sadece... 

Yol uzun...

Evet yol olabildiğince uzundu. Gitmek istemeyen insana. Sol tarafımda arabayı süren insana bakıyorum, biraz da kızıyorum içten içe iyiydim evimde... Ket vurmuyorum, elim telefona gidiyor. Bir satırda olsa yazmak istiyorum. Vazgeçiyorum. Benim olmadığım başka bir fotoğraf karesi açıyorum. Olabildiğince yakınlaştırıp gözlerine bakıyorum. Karşımda olsan cesaret edip bu kadar uzun bakamayacağım gözlerine... Her zaman ki gibi çatık kaşlarının altındaki bakışları üzerime alınıp; saklıyorum kendimi ve sessizliğe bürünüyorum. 

Telefon ile beraber sert bakışlarını kaldırıyorum. Aldırış etmiyorum sol taraftaki ne düşünür diye ve kapatıyorum gözlerimi... Bir kare resim daha alıyorum, göz kapaklarımın ardındaki gözlerime. Zamanla unuttuğum konuşmaları hatırlamaya çalışıyorum. Ne giydiğini, nasıl davrandığını. Ben ne yapmıştım acaba o an diye düşünüyorum. Hatırlayınca kendime kızıyorum. Birden açılıyor gözlerim. Bir daha sakın bu hareketi sergileme diye uyarı çekiyorum...Peki, ama ne yapmam lazım onu da bilmiyorum. İnsan nasıl davranması gerektiğini bilmediği durumlarda ne yapar? Abartma! Diye ikinci kez azarlıyorum. O da bir insan...

İnsan! Şahsına dua edince kalbimize ferahlık, muhabbet edince, göğüs kafesimize çiçek açtıran... Evet, evet şifa niyetine konuştuğum. Bencillik edip, sadece bana iyi geldiği için aradığım, her seferinde "iyiyim" dediğim ve iyi olduğum o insan... 

Nerede, ne yapıyor? Soruların döndüğü ama bir türlü sormaya cesaret edemediğim insan...

Hiç bitmek bilmiyor sorularım. Bir şeyleri yeni öğrenmeye başlayan çocuk gibi...

Birisi tarafından merak edilmek ne güzel!

Yeniliyorum ve ben ilk defa bir yenilgiyi sevmeye başlıyorum. Bir şey yoktu aslında. Ne olduysa sonradan peydah olmuştu. 

 Onunla alakası yoktu. Bu benim içimde büyüyen bir şeydi. Bir tür tuzlu su. Karanlık içinde aydınlık misali... Mumun etrafında gezen kelebek. Kurtuluşu yanmakta arayan. Yanmak, meftun olmak. İllet bir hastalık desem ayıp olur ama içeride büyüyen şey hastalık değilse nedir? Hastalığında iyisi vardı. Şifacı belliydi. Sadece ilaç kara borsa... Birilerin tekelleştirmek istediği bu ilacı izin çıkmıyordu...

Sakin biri olmayı beceremeyen kendimi yokluyorum. Telaşın neden? Diye. Baktığım gibi değildi hiç bir şey ve düşündüğüm gibi. 

Sevgi az bulunan bir şey olduğu için gıdım gıdım veriliyordu Lâkin benim anladığım cinsten değildi. 

Olsun! Ben sevmeyi seviyordum. Kavuşmak bana göre değildi. Olmayanı var eden Allah'tı. Bende zaten Allah'tan istiyordum. İnsanlar bazen olmayacak dua'ya amin der. İhtiyara böyle dediğimde nereden biliyorsun olmayacağını demiş, azarlamıştı. Kim olduğunu bilse yine aynı şeyi söyler miydi? Evet, evet söylerdi. İtikatı sağlamdı. Kimden ne istenip, istemeyeceğini iyi bilirdi.  Ondan bir şey istediğimde "bunu Allah'tan iste" der imkan varsa "şükür Allah imkan verdi de bizden sana nasip oldu" derdi...

İhtiyatlı, ihtiyar sağlam dostu... 

Hiçbir şey olmasa nasılsın? Diyecek samimiyet kalsın... Varsın ben benim olmadığım o fotoğraf karelerine bakayım... Dostluğuna talip olayım. 

Kim bilir belki bir gün bir bardak çayın deminde demlenir sohbetler...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve denizli20haber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.