ISMAHAN ÇERİBAŞI
Köşe Yazarı
ISMAHAN ÇERİBAŞI
 

SESSİZ TANIK (DAHİLİYE NEZARETİ- 1836, 1922)

Koyu kahverenginin gölgesine bürünmüş, dört bacağı yere kök salmış gibi dimdik duran orta sehpanın üstünde, adeta kaderine razı olmuşçasına kuzu kuzu yatan Dahiliye Nezareti kitabı, oda ışığının kırık yansımaları arasında sessizce bekliyordu. Kitabın sert ve mat kapağı, zamanı aşındıran bir arşivin ciddiyetini taşır gibiydi; bir kütüphane rafından değil de doğrudan bir devlet dairesinin rutubet kokulu tozlu raflarından çıkıp gelmişçesine... Kırmızı kapağı, eski bir bürokratik evrakın mühürlenmiş zarfını andırıyor, "gizli" mührü neredeydi acaba? Üzerindeki beyaz punto harflerle yazılmış "1836–1922, Kazım SARIKAVAK" ibaresi ise bir tür resmi beyan cinsinden göze çarpıyordu, Sanki içine yalnızca bir metin değil, bir dönemin tüm iç çekişleri, kararları, çöküşleri ve çatlak sesleri sızmış gibi. On gündür yolunu gözlediğim bu kitap ve beraberindeki diğer iki kitap nihayet elime ulaştığında içimde beliren sevinç, yerini garip bir tereddütte bırakmıştı. Kitabın geldiği gün, parmaklarım titrek bir telaşla kargo paketinin bandını sökerken duyduğum heyecan, şimdi yerini sessiz bir seyredişe terk etmişti. Ne garip! Beklentinin oluşturduğu heyecanla, eylemsizlik arasındaki çelişkimi anlam veremiyorum... Kitapların gelişiyle duyulan sevinç, hatta bir anlamda minnet, fiziksel olarak da belli olmuş ancak bu sevinç, yerini hemen bir donakalma hâline, bir ertelemeye bırakmıştı... Karşımdaki koltuk, beni içine çağıran bir boşluk gibi duruyor; kitap ise sanki o boşluğu doldurmaktan çok, içimi daha da ağırlaştıracak bir yük taşıyordu. Edebî bir yolculuğu olan kalemimin bu tarz kitabı okuma merakı ağır gelmiş olacak... Oysa ne çok beklemiştim...  Sanki bir dönemle aramda kurulamamış bir bağın sessiz tanıkları yatıyor bu kitabın arasında. Dahiliye Nezareti, sadece sayfalardan ibaret değilmiş gibi; bir devrin nabzını, devletin soluk alışlarını ve bir milletin yavaş yavaş içine çöken sessizliğini taşıyormuş gibi duruyordu önümde... Ve işte... Gecenin bir yarısında tutmayan o uykuya inat kitabı olduğu yerden alıyorum...262 sayfalık kitabı susamışçasına başlıyorum... 2 gün sürüyor; altını çize, çize küçük notlar ala ala... Evet, evet "‘Dahiliye Nezareti’ni okudum. Dedim ya! sadece bir kitap değil, bir devrin nabzını, çırpınışını, sessiz haykırışlarını da... Sayfalar ilerledikçe, bir arşiv tozunun içinden çıkıp gelen kelimeler, zihnimde bir tarih müzesi kuruyordu; kimi zaman bir devlet dairesinin soğuk duvarlarına çarptığı sözcükler, kimi zamansa bir memurun iç sesiyle doldu odalar. Her satırda, bürokrasinin kıvrımlı koridorlarında yankılanan ayak seslerini duydum. Her belge, her isim, her karar; bir milletin iç sancılarına, devletin çözülme ya da derlenme/toplanma zamanlarını tanıklığına şahit ola ola... Ve ben, artık bir tanık koltuğunda oturuyordum... Dahiliye Nezareti, yalnızca bir nezaretin tarihi değil; aynı zamanda düzenin, karmaşanın ve insanın hikâyesi. Resmiyetin diliyle yazılmış olsa da arka planda insanı en derin yerinden yakalayan sessiz bir yol var gibi... Okudukça, tarihle arama çizilmiş çizgiler siliniyor, bugünün gölgesi geçmişe düşüyor. Ve anlıyorum ki, devlet bir yapıdan ziyade her tuğlasında insan hikâyelerini barındırdığı yer... Elimde tuttuğum sadece bir kitap değildi. Zamanın gövdesine sinmiş, tozlu raflardan sızan bir hafızanın parçasıydı. Her sayfa, geçmişin nabzını parmak uçlarımdan kalbime taşıyordu. O eski harfler, o resmi cümleler arasında bir devletin damarlarında dolaşan kan, kimi zaman fırtınalı bir şekilde benim damarlarımda geziyordu... Kitabın satır aralarında, unutulmuş odaların loşluğu vardı. Penceresinden ışık sızmayan bir devlet dairesi gibi; içeri girdikçe nem kokusu, mürekkep lekeleri ve yorgun memurların gölgeleri sarıyor insanı. Kitabı hazırlarken arşiv odalarından çıkarılan o tozlu evrakları taşıyan insanların topuk sesi kalp atışımla aynı ritmi tutturuyordu... Kalın dosyaların arasında sıkışmış bir çaresizliğin, bir düzen arayışının, bazen ise hoyratça alınmış kararların sesi... Neler düşünüldü, neler kaleme düşerken, neleri yazmaktan geri duruldu acaba?  Neyse, ney... Her ne olduysa o belgelerin altında, öyle derin bir insanlığın tarihi yatıyordu ki. Kalem oynatan ellerin titrekliğini, karar veren zihinlerin yükünü, bir imzanın ardındaki vicdan sızısını hissetmemek mümkün olabilir mi? Bu sadece yönetim kurumu değil; orada çalışan, oradan geçen, orada unutulan insanların fısıldamaları... Okudukça, geçmişle aramdaki mesafe daraldı. Her belge, bir mektup gibi geldi bana; adresi olmayan ama içeriği yürek yakan birer mektup. Sözde resmi, ama aslında fazlasıyla kişisel... Kitap ağır, eee kolay mı bir devletin kalp atışlarını dinlemek? Tarih, çoğu zaman büyük adamların, büyük kararların ve büyük savaşların gölgesinde anlatılır. Oysa gerçek tarih, sessiz koridorlarda, tozlu evrak dolaplarında, titrek kalem izlerinde saklıdır. Dahiliye Nezareti tam da bu görünmeyen kısmını aralıyordu. Bir Devletin (Osmanlı Devleti- her ne kadar tarih olarak imparatorluk deseler de ben, devlet demeyi seçiyorum.) Alınan kararların ardındaki çelişkileri, sistemin içinde kaybolan insan seslerini de taşıyor sanki satırlarına. Öyle ya her belge bir tanıklıktır, her rapor bir çığlık, her emir bir tereddüt... Bürokratik dilin ardında, yorgun gözlerin, tükenmiş kalemlerin, beklemenin ve sessizliğin hikâyesi... Unutmayın! Dahiliye Nezareti’ni okurken bir tarihî belge arşivine değil, yaşayan bir organizmanın içine girmiş gibi hissedeceksiniz. Eminim tabi önce sevmek lazım. Devletin nasıl düşündüğünü, nasıl yürüdüğünü, nerede sendelediğini tanıklık etmiş oluyorsunuz... Kapılarının ardında kalan hayatlar, kararların arkasındaki insanlar ve zamanın sessizce ilerleyen ayak sesleri sizinle birlikte yürüyeceğinden emin olacaksınız... Eğer yalnızca olayları değil, duyguların ve insani tereddütlerin de tarihte nasıl yer ettiğini görmek istiyorsanız, bu eser size yeni nefes kazandıracak... Zira bu kitap, tozlu arşiv odalarından çıkan kıymetli evraklar ile hazırlanmış. Tabii her şeyin başında baktığınız pencere çok önemli... Nasıl bakarsanız öyle de görürsünüz...  Ayrıca kitabın içerisinden kısa anettorlar paylaşmayı bilerek istemedim ki kitap sizde merak uyandırsın. Bu biraz da merakla ilgili... Şimdiden keyifli okumalar... 
Ekleme Tarihi: 10 Ağustos 2025 -Pazar

SESSİZ TANIK (DAHİLİYE NEZARETİ- 1836, 1922)

Koyu kahverenginin gölgesine bürünmüş, dört bacağı yere kök salmış gibi dimdik duran orta sehpanın üstünde, adeta kaderine razı olmuşçasına kuzu kuzu yatan Dahiliye Nezareti kitabı, oda ışığının kırık yansımaları arasında sessizce bekliyordu. Kitabın sert ve mat kapağı, zamanı aşındıran bir arşivin ciddiyetini taşır gibiydi; bir kütüphane rafından değil de doğrudan bir devlet dairesinin rutubet kokulu tozlu raflarından çıkıp gelmişçesine...

Kırmızı kapağı, eski bir bürokratik evrakın mühürlenmiş zarfını andırıyor, "gizli" mührü neredeydi acaba? Üzerindeki beyaz punto harflerle yazılmış "1836–1922, Kazım SARIKAVAK" ibaresi ise bir tür resmi beyan cinsinden göze çarpıyordu, Sanki içine yalnızca bir metin değil, bir dönemin tüm iç çekişleri, kararları, çöküşleri ve çatlak sesleri sızmış gibi. On gündür yolunu gözlediğim bu kitap ve beraberindeki diğer iki kitap nihayet elime ulaştığında içimde beliren sevinç, yerini garip bir tereddütte bırakmıştı. Kitabın geldiği gün, parmaklarım titrek bir telaşla kargo paketinin bandını sökerken duyduğum heyecan, şimdi yerini sessiz bir seyredişe terk etmişti. Ne garip!

Beklentinin oluşturduğu heyecanla, eylemsizlik arasındaki çelişkimi anlam veremiyorum... Kitapların gelişiyle duyulan sevinç, hatta bir anlamda minnet, fiziksel olarak da belli olmuş ancak bu sevinç, yerini hemen bir donakalma hâline, bir ertelemeye bırakmıştı...

Karşımdaki koltuk, beni içine çağıran bir boşluk gibi duruyor; kitap ise sanki o boşluğu doldurmaktan çok, içimi daha da ağırlaştıracak bir yük taşıyordu. Edebî bir yolculuğu olan kalemimin bu tarz kitabı okuma merakı ağır gelmiş olacak... Oysa ne çok beklemiştim... 

Sanki bir dönemle aramda kurulamamış bir bağın sessiz tanıkları yatıyor bu kitabın arasında. Dahiliye Nezareti, sadece sayfalardan ibaret değilmiş gibi; bir devrin nabzını, devletin soluk alışlarını ve bir milletin yavaş yavaş içine çöken sessizliğini taşıyormuş gibi duruyordu önümde...

Ve işte... Gecenin bir yarısında tutmayan o uykuya inat kitabı olduğu yerden alıyorum...262 sayfalık kitabı susamışçasına başlıyorum... 2 gün sürüyor; altını çize, çize küçük notlar ala ala... Evet, evet "‘Dahiliye Nezareti’ni okudum. Dedim ya! sadece bir kitap değil, bir devrin nabzını, çırpınışını, sessiz haykırışlarını da... Sayfalar ilerledikçe, bir arşiv tozunun içinden çıkıp gelen kelimeler, zihnimde bir tarih müzesi kuruyordu; kimi zaman bir devlet dairesinin soğuk duvarlarına çarptığı sözcükler, kimi zamansa bir memurun iç sesiyle doldu odalar. Her satırda, bürokrasinin kıvrımlı koridorlarında yankılanan ayak seslerini duydum. Her belge, her isim, her karar; bir milletin iç sancılarına, devletin çözülme ya da derlenme/toplanma zamanlarını tanıklığına şahit ola ola... Ve ben, artık bir tanık koltuğunda oturuyordum...

Dahiliye Nezareti, yalnızca bir nezaretin tarihi değil; aynı zamanda düzenin, karmaşanın ve insanın hikâyesi. Resmiyetin diliyle yazılmış olsa da arka planda insanı en derin yerinden yakalayan sessiz bir yol var gibi... Okudukça, tarihle arama çizilmiş çizgiler siliniyor, bugünün gölgesi geçmişe düşüyor. Ve anlıyorum ki, devlet bir yapıdan ziyade her tuğlasında insan hikâyelerini barındırdığı yer...

Elimde tuttuğum sadece bir kitap değildi. Zamanın gövdesine sinmiş, tozlu raflardan sızan bir hafızanın parçasıydı. Her sayfa, geçmişin nabzını parmak uçlarımdan kalbime taşıyordu. O eski harfler, o resmi cümleler arasında bir devletin damarlarında dolaşan kan, kimi zaman fırtınalı bir şekilde benim damarlarımda geziyordu... Kitabın satır aralarında, unutulmuş odaların loşluğu vardı. Penceresinden ışık sızmayan bir devlet dairesi gibi; içeri girdikçe nem kokusu, mürekkep lekeleri ve yorgun memurların gölgeleri sarıyor insanı. Kitabı hazırlarken arşiv odalarından çıkarılan o tozlu evrakları taşıyan insanların topuk sesi kalp atışımla aynı ritmi tutturuyordu... Kalın dosyaların arasında sıkışmış bir çaresizliğin, bir düzen arayışının, bazen ise hoyratça alınmış kararların sesi... Neler düşünüldü, neler kaleme düşerken, neleri yazmaktan geri duruldu acaba? 

Neyse, ney... Her ne olduysa o belgelerin altında, öyle derin bir insanlığın tarihi yatıyordu ki. Kalem oynatan ellerin titrekliğini, karar veren zihinlerin yükünü, bir imzanın ardındaki vicdan sızısını hissetmemek mümkün olabilir mi? Bu sadece yönetim kurumu değil; orada çalışan, oradan geçen, orada unutulan insanların fısıldamaları...

Okudukça, geçmişle aramdaki mesafe daraldı. Her belge, bir mektup gibi geldi bana; adresi olmayan ama içeriği yürek yakan birer mektup. Sözde resmi, ama aslında fazlasıyla kişisel... Kitap ağır, eee kolay mı bir devletin kalp atışlarını dinlemek?

Tarih, çoğu zaman büyük adamların, büyük kararların ve büyük savaşların gölgesinde anlatılır. Oysa gerçek tarih, sessiz koridorlarda, tozlu evrak dolaplarında, titrek kalem izlerinde saklıdır. Dahiliye Nezareti tam da bu görünmeyen kısmını aralıyordu. Bir Devletin (Osmanlı Devleti- her ne kadar tarih olarak imparatorluk deseler de ben, devlet demeyi seçiyorum.)

Alınan kararların ardındaki çelişkileri, sistemin içinde kaybolan insan seslerini de taşıyor sanki satırlarına. Öyle ya her belge bir tanıklıktır, her rapor bir çığlık, her emir bir tereddüt... Bürokratik dilin ardında, yorgun gözlerin, tükenmiş kalemlerin, beklemenin ve sessizliğin hikâyesi...

Unutmayın! Dahiliye Nezareti’ni okurken bir tarihî belge arşivine değil, yaşayan bir organizmanın içine girmiş gibi hissedeceksiniz. Eminim tabi önce sevmek lazım. Devletin nasıl düşündüğünü, nasıl yürüdüğünü, nerede sendelediğini tanıklık etmiş oluyorsunuz... Kapılarının ardında kalan hayatlar, kararların arkasındaki insanlar ve zamanın sessizce ilerleyen ayak sesleri sizinle birlikte yürüyeceğinden emin olacaksınız...

Eğer yalnızca olayları değil, duyguların ve insani tereddütlerin de tarihte nasıl yer ettiğini görmek istiyorsanız, bu eser size yeni nefes kazandıracak... Zira bu kitap, tozlu arşiv odalarından çıkan kıymetli evraklar ile hazırlanmış. Tabii her şeyin başında baktığınız pencere çok önemli... Nasıl bakarsanız öyle de görürsünüz... 

Ayrıca kitabın içerisinden kısa anettorlar paylaşmayı bilerek istemedim ki kitap sizde merak uyandırsın. Bu biraz da merakla ilgili...

Şimdiden keyifli okumalar... 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve denizli20haber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.