ISMAHAN ÇERİBAŞI
Köşe Yazarı
ISMAHAN ÇERİBAŞI
 

SOKAKLARDA GEZEN KİMLER?

‘Binlerce kelimeleri dağ gibi sıralayıp anlatmak isterdim' dedi kadın umutsuzca ve devam ettirdi. Sevmek bazen ağır gelir ve sen ağırlığa rağmen onu taşır gidebildiğin yere kadar gidersin... Takvim yapraklarından koparırken günleri verdiğin kıymetin karşılığını hiç alamayacağını hissedersin. Gardın düşer, yenilirsin ve artık yeter der olduğu yerde bırakır, kurşuna dizersin her kurşunda ' sevmiyorum artık' diye haykıra haykıra. O yüzden aslında herkes katildir; kimi öldürür kimi süründürür, yani padişah olmayan gönül sarayında vezir de olursun, rezil de...  Ve işte o zaman giderken acımaz yüreğin şehrin ışıklarını geride bırakırken... ‘Kırılmadığımı-kırılmayacağımı anlıyorum sana her baktığımda… Koca bir şehri geride bırakıp “varoş” olarak adlandırılan bir mahallede evin önünde arabayı park ettim… Sigaya çektiğim düşüncelerimi kenara bırakıp akşam yemeği için davetli olduğum evin bahçe kapısından içeri girdim. Ezan vaktine daha bir saat olduğu için bahçede bir kütüğün üzerine oturduk. Hararetli bir günü geride bırakmaya ramak kalmıştı... Ezan bir okunsa… Esmer yüzünü çiçekli bir eşarpla açmaya çalışan teyze gözlüğü ile olan biteni daha iyi görmek istercesine sadece etrafı izliyordu. İyiydi, çok iyi birisiydi. Evine doğru dürüst tanımadığı manevi evladım dediği birini davet edecek, “burada kal” diyebilecek kadar iyiydi. Saatler sonra öğrendiğime göre zamanını tamda hatırlamadığım bir tarihte (darbe zamanında) mektebe gitmiş nasıl öğrettiler ise harfleri uzata- uzata öğretmişler bu yüzden de "a" harfini “aaaa”  b harfini “bbb” diye okuyordu. Bir kez daha içimden o darbe yapanlara kızsam da kar etmiyordu. Dakikalar geçtikçe amcada sohbete dâhil oldu. İşten, sağlıktan, siyasetten oradan-buradan derken sohbet git gide koyulaşmıştı. Daha öncede konuşmuşluğum bulunduğu amcadan “amca hani kitap verecektiniz” dedim. Amca eşine dönerek “ben onu daha önceden nerede görmüştüm” dedi. Eşi hatırlamayınca oturduğu yerden kalkıp kitabı aramaya başladı. Beş dakika geçti geçmedi elinde 127 sayfalık kitabı elime verdi. Yaprakları sarı, kabı eski, yazarı bile olmayan sadece matbaada basıldığı yazan bir kitap. Şaşırmıştım. Ben, zannediyordum ki kalın bir kitap verecek oda beni bir hafta oyalayacaktı. Ben kitabın yapraklarında yolculuğa başladığım anda amca; “kitap ikinci el ben bunu on beş sene aradım hatta kitap aldığım adama da yıllarca sordum ama en son bu İnternet davaları falan çıktı, aldık. Adamın elinde de bir tane kalmış. Ben bunu bir ara çoğaltıp dağıtmayı bile düşündüm ama…” dedi ve ama ile sözünü bitirdi. Amcanın bana verdiği kitap “Âdem ile Havva oğullarıydı” o an orada kitabı okumaya başlamıştım, neden bilmem liseden sonra birisinden aldığım bir kitap beni bu kadar onurlandırmıştı. Bir zamanlar elimi sürmediğim kitabı saygı değer biri uzatınca okumuş, etkilenmiş ve hayatıma bir felsefe haline getirmiştim. Beni, benliğime kavuşturan o kitapta ince, sarı yapraklı bir kitaptı ( N. Fazıl İbrahim Ethem) Neyse ben kitabı bir iki sayfa okuduktan sonra amca ara vermemi istercesine “yüksek sesle okusan bende dinlerim” dedi. Bir anda şaşkınlıkla amcaya dönüp “siz bu kitabı okumadınız mı?” diye sordum. Amca sakin bir sesle “abiye- kardeşlerime okuttum” dedi ve devam etti “ben, okumasını kendim öğrenen bir insanım. Çıraklık zamanında dükkânda çalış, etrafı sil-süpür sonra yemek, dinlenme derken ancak bu kadarını yapabildim şimdi okumaya kalksak gözler sıkıntılı” dedi. Utanmıştım, bu azimle buralara gelen insanlar var iken kendi benliğimden utanç vericiydi. Yüzümü öne eğip kitaba geri dönmüştüm ki amca elini uzattı, anlamıştım kitabı istiyordu. Kitabı verdikten sonra kapağındaki birkaç yazıyı okudu sonra kitabın içinden bir sayfa seçerek onu heceleye-heceleye okumaya başladı. Takdire şayan birisiydi. Karakter olarak oda eşi gibi iyiliğinden şüphe edilmeyecek birisiydi, şüphesiz. Ezan “Allah-u Ekber” dedi amca hazır olan sofranın başına diz çöktü. Yemek sırasında yemeğini yiyor bir yandan da bana öğretmenlik yapıyordu. Televizyonda çıkan haberlerin doğruluğunu anlatıyordu… Saatler birbirini kovalarken yatsı ezanından sonra çıktığım evin bahçe kapısından başımı yukarı kaldırdım dizginleyemediğim ruhumdan dizler birer birer dökülüyordu; Ben en çok uzaklara ve atlara hayrandım birde gökyüzüne. Gökyüzünde buluşan gözlere… Bu yüzden bir şehrin en kalabalık sokağında bile yağmur yağarken kollarımı açıp dünyayı kucaklardım ve anlardım en büyük servetin yürekte olduğunu… Birde gözlerimi kapatıp sen o aralıkta isen Eylül de yazılan bütün sözler yavan olur kalırdı…
Ekleme Tarihi: 15 Eylül 2023 - Cuma

SOKAKLARDA GEZEN KİMLER?

‘Binlerce kelimeleri dağ gibi sıralayıp anlatmak isterdim' dedi kadın umutsuzca ve devam ettirdi. Sevmek bazen ağır gelir ve sen ağırlığa rağmen onu taşır gidebildiğin yere kadar gidersin...

Takvim yapraklarından koparırken günleri verdiğin kıymetin karşılığını hiç alamayacağını hissedersin. Gardın düşer, yenilirsin ve artık yeter der olduğu yerde bırakır, kurşuna dizersin her kurşunda ' sevmiyorum artık' diye haykıra haykıra. O yüzden aslında herkes katildir; kimi öldürür kimi süründürür, yani padişah olmayan gönül sarayında vezir de olursun, rezil de... 

Ve işte o zaman giderken acımaz yüreğin şehrin ışıklarını geride bırakırken... ‘Kırılmadığımı-kırılmayacağımı anlıyorum sana her baktığımda… Koca bir şehri geride bırakıp “varoş” olarak adlandırılan bir mahallede evin önünde arabayı park ettim… Sigaya çektiğim düşüncelerimi kenara bırakıp akşam yemeği için davetli olduğum evin bahçe kapısından içeri girdim. Ezan vaktine daha bir saat olduğu için bahçede bir kütüğün üzerine oturduk. Hararetli bir günü geride bırakmaya ramak kalmıştı... Ezan bir okunsa…

Esmer yüzünü çiçekli bir eşarpla açmaya çalışan teyze gözlüğü ile olan biteni daha iyi görmek istercesine sadece etrafı izliyordu. İyiydi, çok iyi birisiydi. Evine doğru dürüst tanımadığı manevi evladım dediği birini davet edecek, “burada kal” diyebilecek kadar iyiydi. Saatler sonra öğrendiğime göre zamanını tamda hatırlamadığım bir tarihte (darbe zamanında) mektebe gitmiş nasıl öğrettiler ise harfleri uzata- uzata öğretmişler bu yüzden de "a" harfini “aaaa”  b harfini “bbb” diye okuyordu. Bir kez daha içimden o darbe yapanlara kızsam da kar etmiyordu. Dakikalar geçtikçe amcada sohbete dâhil oldu. İşten, sağlıktan, siyasetten oradan-buradan derken sohbet git gide koyulaşmıştı. Daha öncede konuşmuşluğum bulunduğu amcadan “amca hani kitap verecektiniz” dedim. Amca eşine dönerek “ben onu daha önceden nerede görmüştüm” dedi. Eşi hatırlamayınca oturduğu yerden kalkıp kitabı aramaya başladı. Beş dakika geçti geçmedi elinde 127 sayfalık kitabı elime verdi. Yaprakları sarı, kabı eski, yazarı bile olmayan sadece matbaada basıldığı yazan bir kitap. Şaşırmıştım. Ben, zannediyordum ki kalın bir kitap verecek oda beni bir hafta oyalayacaktı. Ben kitabın yapraklarında yolculuğa başladığım anda amca; “kitap ikinci el ben bunu on beş sene aradım hatta kitap aldığım adama da yıllarca sordum ama en son bu İnternet davaları falan çıktı, aldık. Adamın elinde de bir tane kalmış. Ben bunu bir ara çoğaltıp dağıtmayı bile düşündüm ama…” dedi ve ama ile sözünü bitirdi. Amcanın bana verdiği kitap “Âdem ile Havva oğullarıydı” o an orada kitabı okumaya başlamıştım, neden bilmem liseden sonra birisinden aldığım bir kitap beni bu kadar onurlandırmıştı. Bir zamanlar elimi sürmediğim kitabı saygı değer biri uzatınca okumuş, etkilenmiş ve hayatıma bir felsefe haline getirmiştim. Beni, benliğime kavuşturan o kitapta ince, sarı yapraklı bir kitaptı ( N. Fazıl İbrahim Ethem)

Neyse ben kitabı bir iki sayfa okuduktan sonra amca ara vermemi istercesine “yüksek sesle okusan bende dinlerim” dedi. Bir anda şaşkınlıkla amcaya dönüp “siz bu kitabı okumadınız mı?” diye sordum. Amca sakin bir sesle “abiye- kardeşlerime okuttum” dedi ve devam etti “ben, okumasını kendim öğrenen bir insanım. Çıraklık zamanında dükkânda çalış, etrafı sil-süpür sonra yemek, dinlenme derken ancak bu kadarını yapabildim şimdi okumaya kalksak gözler sıkıntılı” dedi. Utanmıştım, bu azimle buralara gelen insanlar var iken kendi benliğimden utanç vericiydi. Yüzümü öne eğip kitaba geri dönmüştüm ki amca elini uzattı, anlamıştım kitabı istiyordu. Kitabı verdikten sonra kapağındaki birkaç yazıyı okudu sonra kitabın içinden bir sayfa seçerek onu heceleye-heceleye okumaya başladı. Takdire şayan birisiydi. Karakter olarak oda eşi gibi iyiliğinden şüphe edilmeyecek birisiydi, şüphesiz.

Ezan “Allah-u Ekber” dedi amca hazır olan sofranın başına diz çöktü. Yemek sırasında yemeğini yiyor bir yandan da bana öğretmenlik yapıyordu. Televizyonda çıkan haberlerin doğruluğunu anlatıyordu… Saatler birbirini kovalarken yatsı ezanından sonra çıktığım evin bahçe kapısından başımı yukarı kaldırdım dizginleyemediğim ruhumdan dizler birer birer dökülüyordu;

Ben en çok uzaklara ve atlara hayrandım birde gökyüzüne. Gökyüzünde buluşan gözlere… Bu yüzden bir şehrin en kalabalık sokağında bile yağmur yağarken kollarımı açıp dünyayı kucaklardım ve anlardım en büyük servetin yürekte olduğunu… Birde gözlerimi kapatıp sen o aralıkta isen Eylül de yazılan bütün sözler yavan olur kalırdı…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve denizli20haber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.