Hüzün, dağların arasından yünmüş, arınıp gelmiş öylece duruyor. Alsan bir dert almasan bin dert...
Ey uykuya hasret gözlerim, kaldır bakışlarını duvarlardan.
Düşünme, konuşma bir bardağa bile dolmayacak suyla.
Bırak kalemi, kâğıdı; ne anlattığın değil anladıkları önemli.
Dar sokakların arasından sarıp sarmaladığın bu hasretle elini kolunu sallayarak geçemezsin.
Geride ağlayanın olup olmaması da önemli değil... Her istediğini yapamazsın, yapmamalısın!
Sevmenin bile bir bedele mâl olduğu bu devirde kime, ne anlatıyorsun!
Susun artık, konuşmayın!
Yıkın şu lanet olası duvarları. Geçit verin pencereden sızacak Güneş’e...
Elim tetiğe gidecek oluyor, ilk önce kendi tabularımı öldürmek istiyorum. Göremiyorum her yer zifiri karanlık sabah ezanına 1 saat 17 dakika var...
Uyumak istiyorum sadece uyumak; vakitlice ama her seferinde haddini aşmış bir zamanın içinden peydah oluyor düşünceler... Sabaha kadar kurduğum senaryoların içinden hiçbirini hayata dahil edemeden sayılı ömrümü tüketiyorum. Her bir cevabını kendim verdiğim sorulardan da sıkıldım... Dilim sürekli ağrıyan dişimde, dişim de ağrımıyor ki! Anladınız mı? Dilim diyorum ağrıyan dişimde... İzahatı kabahat olacak bugün de sabahı ettik...
Cebelleşmiyorum, uykuyla. Hangi cehenneme gittiyse gelir, ateşiyle deyip bir sigara yakıyorum... Bir sigara daha...Uyku, cennetten değil miydi? Neyse. Olacak sabahı dumana boğup öldürmekti, niyetim olmadı. Cinayetten yargılanır gibi yargılıyor savcısı, hâkimi. Ağır ceza! Sağlam bir avukat buluyorum, avukatın kimliğini gizli tutuyorum. Umudum yok(!) kısas istiyorum... Kim öldürmeyi yeltendi ise aynı eylemi gerçekleştirmek istiyorum. Yalan! Tek istediğim uyumak...
Bütün yazıları yaktım ilk defa hatta bir tenekenin içinde... Defterin önce sayfaları yandı sonra yavaş yavaş eridi siyah kapağı… Göz bebeklerim ateşin kıvılcımını şahitlik ederken göz yaşları da yetmedi söndürmeye... Ülke de bu kadar yangın varken gerek var mıydı? Beni uykusuz bırakan ne varsa ateşe salıyorum. Yalan! Her akşam güneş batımından sonra eve benden önce gelip kurulan düşüncelere anahtarları ben verdim. Kendim eve gelmedim, kaçtım. Zannettim ki kaçarsam kurtulurum. Olmadı. Üzerine gidip yüzleşmek istedim kâr etmedi... Elini kolunu sallaya sallaya gezen uyku bu semte uğramak bilmiyordu...
Merdiven yanlış duvara dayanmıştı ve ben ne kadar tırmanır isem tırmanayım yolum hiç değişmiyordu. Uykusuzluğumu; "Gül denen hakikate ulaşmak için, diken denen imtihanları arkanda bırakman gerekir, uyuma. Bu uykusuzluk seni uyandıracak sabır et" diyen insanı getirin ezan okundu! Kalemi, kağıdı bırakıp davete hazırlanmak elzem...
En azından davetten gelince uyusam çünkü ben sadece uyuyunca unutuyorum... Unutmamak, unutamamakta imtihandan(mış) önüme konan yemek diye laftan anlıyorum...Ağrıma gitse de "bugün de doyduk, Elhamdülillah" deyip kalkıyorum... Boyumun ölçüsü alınmış, uykuya hazırlık değil bu yine de...
Susuyorum...
Uykusuzluk beni uyandıracak diye beklemek istemiyorum. Çünkü insan, olmayı olgunlaşmayı istedikçe kırılıyor. Meğer kırılmanın adı; uyanmakmış... Alvarlı Efe'nin sözü düşüyor gönlüme; "Aşık der incidenden, incinme... Kemâlde noksân imiş, incinen incidenden?" Boş yere demiyor eskiler; kalp kırdıysan başka imtihan arama" diye...
Her ne kadar sözü hatırlamış olsam bile kâr etmiyor. Unutmayı yeğliyorum. Dedim ya daha öncelerde; "bazen ocakta aş pişmez' diye... Gönül ocağı harlansa koca evi saracak dâhi olsa aş pişmiyor... O yüzden siz incinmek ya da incitmek istemiyor iseniz uyanık olun çünkü çoğumuz ayakta uyumakla meşgul durumdayız...Öyle ya kimi sınavını uyku da kimi uykusuzlukta verir... Uykunun kıymetini bilin... Gündüzü de, akşamı da uykusuz bilir.
Her şeye rağmen DERT GÜZEL BİR ŞEYmiş be! En azından Allah'tan umudu kesmiyor ve anlıyorsun ki; Büyüklüğü bir yumruğu geçmeyen yüreğinizin kime galip gelebilir, kim beni duyar, kim içimdeki zulmü kaldırır yerinden sorularına cevap buluyorsun...