Bir şehir yıkılır yavaş yavaş…
Ve sessiz bir çığlık yayılır kulakları sağır edercesine.
Büyükler susar, küçükler ağlar.
Kifayetsizdir insanların gözlerindeki harfler.
Harfler onlarca cümleyi oluşturur ama kimse duymaz çaresizliği.
Bir beton gelir, ezer geçer bütün bir aileyi…
Ana ölür, baba ölür, çocuklar ölür.
Bir kişi sağ kurtulur ama kimse diyemez;
nefes almanın şans mı, yoksa şanssızlık mı olduğunu.
Takdir edilmeyen ölüm, kapıyı çalmadığı sürece insan yaşar.
Yaşamak denirse buna…
Toz bulutunun arasında bir sessizlik dolaşır.
Bir zamanlar kahkahaların yankılandığı duvarlar,
şimdi yalnızca yıkıntıların arasında nefes alır.
Bir çocuk oyuncağını arar;
yarısı betona gömülmüş, diğer yarısı hayalin içinde kalmıştır.
Bir kadın, elinde fotoğrafla enkaz başında donup kalır,
yüzündeki çizgiler, yılların değil, bir anda çöken bir dünyanın izidir.
Göz göze gelen insanlar konuşamaz, çünkü kelimeler de göçük altındadır artık. Yıkılan sadece binalar değildir;umutlar, anılar, yarınlar da o taşların altında kalır.
Gökyüzü bile utançla kararır,
rüzgâr sessizliği taşır sokak sokak.
Zaman geçer…
Yeniden inşa edilen şehirde betonlar yükselir, yollar yapılır.
İnsanlar yaşamaya devam eder gibi görünür.
Ama bazı evlerin pencerelerinden hâlâ bir eksiklik sızar;
sanki orada bir nefes yarım kalmıştır.
Sağ kalan o kişi, her sabah aynaya baktığında
gözlerinde aynı soruyu görür:
“Neden ben?”
Ne cevap bulabilir, ne de susabilir.
Çünkü acılar zamanla değil, hatırlamakla yaşar.
Ve şehir…
Dışarıdan bakıldığında dimdik ayakta görünse de,
içinde hâlâ yavaş yavaş yıkılmaktadır.
Ne demiştik:
Bir şehir yıkılır yavaş yavaş…
Ve sessiz bir çığlık yayılır kulakları sağır edercesine.
Büyükler susar, küçükler ağlar.
Kifayetsizdir insanların gözlerindeki harfler.
Harfler onlarca cümleyi oluşturur ama kimse duymaz çaresizliği.
Bir beton gelir, ezer geçer bütün bir aileyi…
Ana ölür, baba ölür, çocuklar ölür.
Bir kişi sağ kurtulur ama kimse diyemez;
nefes almanın şans mı, yoksa şanssızlık mı olduğunu.
Takdir edilmeyen ölüm, kapıyı çalmadığı sürece insan yaşar.
İNSAN YAŞAR… İNSAN!
Korkular sıralanır köşe köşe,
tuttuğu eli alır gider.
Yeşermeye gücü yetmez insanın umudu;
yıkılmış binaların arasında,
ya da yıkılmasını beklediği binaların gölgesinde…
Bu kadar kolay olmamalıydı bir insanın hayatı.
İnsan yaşar, insan yaşamalıydı.
Ömrü biçildiği kadar…
...
Evet…
29 Ekim’de yaşanan elim bir olay sonucu Gebze’de canımız yandı.
Bilir ailesinin tüm fertleri, bu dünyadaki yolculuklarını tamamlayıp asıl âleme göç eyledi.
Hepimiz ölümlüyüz, eyvallah… Lâkin bazı ölümler insanı sessizleştirir.
Yıkılan evin enkazından cansız bedenleri çıkarılan Bilir ailesi, Gebze’yi yasa boğdu.
Rabbimden vefat edenlere rahmet, yakınlarına sabırlar diliyorum.
Canımız yandı...
YAVAŞ YAVAŞ YIKILIR BİR ŞEHİR (GEBZE'DE YIKIM)
Bir şehir yıkılır yavaş yavaş…
Ve sessiz bir çığlık yayılır kulakları sağır edercesine.
Büyükler susar, küçükler ağlar.
Kifayetsizdir insanların gözlerindeki harfler.
Harfler onlarca cümleyi oluşturur ama kimse duymaz çaresizliği.
Bir beton gelir, ezer geçer bütün bir aileyi…
Ana ölür, baba ölür, çocuklar ölür.
Bir kişi sağ kurtulur ama kimse diyemez;
nefes almanın şans mı, yoksa şanssızlık mı olduğunu.
Takdir edilmeyen ölüm, kapıyı çalmadığı sürece insan yaşar.
Yaşamak denirse buna…
Toz bulutunun arasında bir sessizlik dolaşır.
Bir zamanlar kahkahaların yankılandığı duvarlar,
şimdi yalnızca yıkıntıların arasında nefes alır.
Bir çocuk oyuncağını arar;
yarısı betona gömülmüş, diğer yarısı hayalin içinde kalmıştır.
Bir kadın, elinde fotoğrafla enkaz başında donup kalır,
yüzündeki çizgiler, yılların değil, bir anda çöken bir dünyanın izidir.
Göz göze gelen insanlar konuşamaz, çünkü kelimeler de göçük altındadır artık. Yıkılan sadece binalar değildir;umutlar, anılar, yarınlar da o taşların altında kalır.
Gökyüzü bile utançla kararır,
rüzgâr sessizliği taşır sokak sokak.
Zaman geçer…
Yeniden inşa edilen şehirde betonlar yükselir, yollar yapılır.
İnsanlar yaşamaya devam eder gibi görünür.
Ama bazı evlerin pencerelerinden hâlâ bir eksiklik sızar;
sanki orada bir nefes yarım kalmıştır.
Sağ kalan o kişi, her sabah aynaya baktığında
gözlerinde aynı soruyu görür:
“Neden ben?”
Ne cevap bulabilir, ne de susabilir.
Çünkü acılar zamanla değil, hatırlamakla yaşar.
Ve şehir…
Dışarıdan bakıldığında dimdik ayakta görünse de,
içinde hâlâ yavaş yavaş yıkılmaktadır.
Ne demiştik:
Bir şehir yıkılır yavaş yavaş…
Ve sessiz bir çığlık yayılır kulakları sağır edercesine.
Büyükler susar, küçükler ağlar.
Kifayetsizdir insanların gözlerindeki harfler.
Harfler onlarca cümleyi oluşturur ama kimse duymaz çaresizliği.
Bir beton gelir, ezer geçer bütün bir aileyi…
Ana ölür, baba ölür, çocuklar ölür.
Bir kişi sağ kurtulur ama kimse diyemez;
nefes almanın şans mı, yoksa şanssızlık mı olduğunu.
Takdir edilmeyen ölüm, kapıyı çalmadığı sürece insan yaşar.
İNSAN YAŞAR… İNSAN!
Korkular sıralanır köşe köşe,
tuttuğu eli alır gider.
Yeşermeye gücü yetmez insanın umudu;
yıkılmış binaların arasında,
ya da yıkılmasını beklediği binaların gölgesinde…
Bu kadar kolay olmamalıydı bir insanın hayatı.
İnsan yaşar, insan yaşamalıydı.
Ömrü biçildiği kadar…
...
Evet…
29 Ekim’de yaşanan elim bir olay sonucu Gebze’de canımız yandı.
Bilir ailesinin tüm fertleri, bu dünyadaki yolculuklarını tamamlayıp asıl âleme göç eyledi.
Hepimiz ölümlüyüz, eyvallah… Lâkin bazı ölümler insanı sessizleştirir.
Yıkılan evin enkazından cansız bedenleri çıkarılan Bilir ailesi, Gebze’yi yasa boğdu.
Rabbimden vefat edenlere rahmet, yakınlarına sabırlar diliyorum.
Canımız yandı...
Ekleme
Tarihi: 01 Kasım 2025 -Cumartesi
YAVAŞ YAVAŞ YIKILIR BİR ŞEHİR (GEBZE'DE YIKIM)
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.
