ISMAHAN ÇERİBAŞI
Köşe Yazarı
ISMAHAN ÇERİBAŞI
 

YETKİSİZ İLGİ (ANNA KARENİNA)

Ruhumun derinliklerinde yarım bıraktığın izleri ve izlerin yönlerini izliyorum. Hepsi de sırtını dönmüş çoktan yola koyulmuşlar. Unutmadım ama eskisi gibi de değilim. Yeni bir yolu yürüyecek cesareti bulabiliyorum kendimde. Benden aldığın, gördüğün ne vardı bilemiyorum ama ben senden öğrendiğim ne varsa bırakıp da gidiyorum. Heybem yeni yolda yeni anılar biriktirmek üzere bomboş. Kalem çektim diyemem, bir yerlerde muhakkak seni hatırlatacak bir şeyler çıkar lâkin hiçbir yaranın tekrardan kanama yapmayacağına o kadar eminim ki! Bu hafta vazgeçilmiş bir hikayenin tamamlanmayacak tarafından bakıyorum kağıdıma. Anna Karenina'nın gözünden. Zaten onun gözünden baktığım için böyle yazıyorum ya! Anna, Kont Vronsky'e aşık olur. Bu yasak bir aşktır. Kitap(roman) tam da bunun üzerine kurgulanmış yani dürüst bir evliliğin mutluluğu ile yasak bir ilişkinin düş kırıklıklarının karşılaştırılması. Gerek var mıydı; sadakati, tutkuyu ve kıskançlığı anlamak için böylesine bir yasak aşkın peşinde düşmeye diye soramadan edemiyorum? Konu sadece bundan ibaret değil tabi. Bir yandan da o dönemde Rusya'da kadınların durumu, eğitim reformu ele alınmış. Neyse. Asıl vurgulamak istediğim şey daha doğrusu koca bir kitapta dikkatimi çeken soru şu oldu.  Anna, Kont'a sorar; "benim sana olan ilgimi nasıl anladın?"  Der ki; "o gün o kadar kalabalığın içerisinde ben sana o kadar ilgiyle bakarken sen bana hiç bakmadın" yani bazen hiç ilgilenmiyor gibi yapmakta aslında ilgilendiğini (değer verdiğini) gösteriyor... Yediniz mi? Ben yemedim şahsen... Bu kitabın yutturmaya yönelik bir kitap olduğunu düşündüm. Hatta kızıp okumayı orada kesmiştim. Sonra nedense birkaç gün sonra devam ettim. Bazen oluyor; mesela Ahmet Ümit'in cinayet kitaplarının hemen hemen hepsini okudum ama öyle bir yerde yazara kızıp kitabı elimden attığım bile oldu. Bu yazarın verdiği mesajın bende oluşturduğu öfkeden daha doğrusu değerli olarak bildiğim, öğrendiğim şeyleri ezip geçmesinden önemsemiyor olmasından kaynaklıydı. Anna Karenina da bunlardan sadece biriydi. Zamanı hatırlamıyorum ama bu soruyu aylar önce birine sormuştum. Sen benim sana değer verdiğimi anlıyorsun. Peki, ben nasıl anlarım diye. Senin sorunun demişti. O zaman bozulmuştum cevaba lâkin haklıydı. Değer denilen şey bizimle ilgili bir şeydi. Tamamen ne hissettiğimiz ile ilgili. Ben belki yaşımdan belki de tecrübesizliğimden dolayı anlamakta zorlanıyordum. Bilemiyorum.  Burada anlatmak istediğim mevzu birinin bana ne kadar değer verip vermemesi de değil sadece ilgi olarak adlandırdığımız şeyin aslında bir ilgi olmadığını vurgulamak istiyorum. Birinin size ayırdığı zaman, sizleri konuşurken kırmamak için gösterdiği çaba bunlar hep "değer" olarak adlandırdığımız konunun birer parçası... Aslına bakarsanız birinin size değer vermesinden ziyade önce sizin kendinize değer vermeniz gerekiyor. Asıl bunu anlamak gerek. O yüzden bırakın değerinizi ölçmek için birilerin size ne kadar değer verip vermediğini; herkes yerinde sağ olsun... 10 dakika geç cevap verilen bir mesajın hesabı sorulurken aslında asıl sorulmak istenen 10 dakika boyunca nerede, ne yapıyordun? Sorusu değildir o zaman zarfı içerisinde "seni merak ediyorum" alınganlığın göstergesiydi. Bunu da öğretiyor birileri. Kimi, bir, iki gün hatta daha fazla günleri yayarken bir sesi bir sedayı biri de 10 dakika ayrı kalamıyor. Bu elbette bir kıyaslama ama şartlar, durumlar göz ardı edilmemesi gereken sebeplere de bakmak gerekmez mi? Elbette gerekir. Dedim ya biraz önce vazgeçilmiş bir hikayenin tamamlanmayacak tarafından bakıyorum kağıda diye. Tam da o noktadan yazılmış şiir tadında bu hafta veda etmiş olayım... Kendi değerinizin kıymetini biliyor ya da öğrenmeniz umuduyla; yüreğinize iyi bakın! Canımdan can, gönlümden bir yâr düştü.  Geceye bir ateş ocağıma ayrılık Gözümden yaş, Hicran’a kabir göründü. Kül'den rüzgârın haberi var dediler, senden haber almak kime düştü  Sinemi yarıp geçen sözü kapının eşiğine bıraktım  Al alabilirsen. Sormuyorum artık neredesin, ne yapıyorsun? Diye. Ceylan'ı Avcı’ya , kurşunu yüreğime  Ver, verebilirsen! Şah damarından kesilmiş satırların arasına yatırıyorum kendimi 2 dakika da kopuyor fırtına  Dur, durabilirsen... Kal kalabilirsen…. Ateşe verdim, yakıp kül eyledim, Söndür söndürebilirsen... Ne ayaklarım durur artık ne yüreğim  Kalem yazmaz, dil söylemez, Kâğıt bulunmaz olur Çağır çağırabilirsen... Tekrar sevdir, sevdirebilirsen...
Ekleme Tarihi: 09 Temmuz 2025 -Çarşamba

YETKİSİZ İLGİ (ANNA KARENİNA)

Ruhumun derinliklerinde yarım bıraktığın izleri ve izlerin yönlerini izliyorum. Hepsi de sırtını dönmüş çoktan yola koyulmuşlar. Unutmadım ama eskisi gibi de değilim. Yeni bir yolu yürüyecek cesareti bulabiliyorum kendimde. Benden aldığın, gördüğün ne vardı bilemiyorum ama ben senden öğrendiğim ne varsa bırakıp da gidiyorum. Heybem yeni yolda yeni anılar biriktirmek üzere bomboş. Kalem çektim diyemem, bir yerlerde muhakkak seni hatırlatacak bir şeyler çıkar lâkin hiçbir yaranın tekrardan kanama yapmayacağına o kadar eminim ki!

Bu hafta vazgeçilmiş bir hikayenin tamamlanmayacak tarafından bakıyorum kağıdıma. Anna Karenina'nın gözünden. Zaten onun gözünden baktığım için böyle yazıyorum ya!

Anna, Kont Vronsky'e aşık olur. Bu yasak bir aşktır. Kitap(roman) tam da bunun üzerine kurgulanmış yani dürüst bir evliliğin mutluluğu ile yasak bir ilişkinin düş kırıklıklarının karşılaştırılması. Gerek var mıydı; sadakati, tutkuyu ve kıskançlığı anlamak için böylesine bir yasak aşkın peşinde düşmeye diye soramadan edemiyorum? Konu sadece bundan ibaret değil tabi. Bir yandan da o dönemde Rusya'da kadınların durumu, eğitim reformu ele alınmış. Neyse. Asıl vurgulamak istediğim şey daha doğrusu koca bir kitapta dikkatimi çeken soru şu oldu. 

Anna, Kont'a sorar; "benim sana olan ilgimi nasıl anladın?" 

Der ki; "o gün o kadar kalabalığın içerisinde ben sana o kadar ilgiyle bakarken sen bana hiç bakmadın" yani bazen hiç ilgilenmiyor gibi yapmakta aslında ilgilendiğini (değer verdiğini) gösteriyor... Yediniz mi? Ben yemedim şahsen... Bu kitabın yutturmaya yönelik bir kitap olduğunu düşündüm. Hatta kızıp okumayı orada kesmiştim. Sonra nedense birkaç gün sonra devam ettim. Bazen oluyor; mesela Ahmet Ümit'in cinayet kitaplarının hemen hemen hepsini okudum ama öyle bir yerde yazara kızıp kitabı elimden attığım bile oldu. Bu yazarın verdiği mesajın bende oluşturduğu öfkeden daha doğrusu değerli olarak bildiğim, öğrendiğim şeyleri ezip geçmesinden önemsemiyor olmasından kaynaklıydı.

Anna Karenina da bunlardan sadece biriydi. Zamanı hatırlamıyorum ama bu soruyu aylar önce birine sormuştum. Sen benim sana değer verdiğimi anlıyorsun. Peki, ben nasıl anlarım diye. Senin sorunun demişti. O zaman bozulmuştum cevaba lâkin haklıydı. Değer denilen şey bizimle ilgili bir şeydi. Tamamen ne hissettiğimiz ile ilgili. Ben belki yaşımdan belki de tecrübesizliğimden dolayı anlamakta zorlanıyordum. Bilemiyorum. 

Burada anlatmak istediğim mevzu birinin bana ne kadar değer verip vermemesi de değil sadece ilgi olarak adlandırdığımız şeyin aslında bir ilgi olmadığını vurgulamak istiyorum. Birinin size ayırdığı zaman, sizleri konuşurken kırmamak için gösterdiği çaba bunlar hep "değer" olarak adlandırdığımız konunun birer parçası... Aslına bakarsanız birinin size değer vermesinden ziyade önce sizin kendinize değer vermeniz gerekiyor. Asıl bunu anlamak gerek. O yüzden bırakın değerinizi ölçmek için birilerin size ne kadar değer verip vermediğini; herkes yerinde sağ olsun...

10 dakika geç cevap verilen bir mesajın hesabı sorulurken aslında asıl sorulmak istenen 10 dakika boyunca nerede, ne yapıyordun? Sorusu değildir o zaman zarfı içerisinde "seni merak ediyorum" alınganlığın göstergesiydi. Bunu da öğretiyor birileri. Kimi, bir, iki gün hatta daha fazla günleri yayarken bir sesi bir sedayı biri de 10 dakika ayrı kalamıyor. Bu elbette bir kıyaslama ama şartlar, durumlar göz ardı edilmemesi gereken sebeplere de bakmak gerekmez mi? Elbette gerekir.

Dedim ya biraz önce vazgeçilmiş bir hikayenin tamamlanmayacak tarafından bakıyorum kağıda diye. Tam da o noktadan yazılmış şiir tadında bu hafta veda etmiş olayım... Kendi değerinizin kıymetini biliyor ya da öğrenmeniz umuduyla; yüreğinize iyi bakın!

Canımdan can, gönlümden bir yâr düştü. 

Geceye bir ateş ocağıma ayrılık

Gözümden yaş, Hicran’a kabir göründü.

Kül'den rüzgârın haberi var dediler, senden haber almak kime düştü 

Sinemi yarıp geçen sözü kapının eşiğine bıraktım 

Al alabilirsen.

Sormuyorum artık neredesin, ne yapıyorsun? Diye.

Ceylan'ı Avcı’ya , kurşunu yüreğime 

Ver, verebilirsen!

Şah damarından kesilmiş satırların arasına yatırıyorum kendimi 2 dakika da kopuyor fırtına 

Dur, durabilirsen...

Kal kalabilirsen….

Ateşe verdim, yakıp kül eyledim,

Söndür söndürebilirsen...

Ne ayaklarım durur artık ne yüreğim 

Kalem yazmaz, dil söylemez, Kâğıt bulunmaz olur

Çağır çağırabilirsen...

Tekrar sevdir, sevdirebilirsen...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve denizli20haber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.